18 Aralık 2010

CUMARTESİ TAHMİNLERİ


Her geçen gün çığ gibi büyüyen desteğiniz, uykusuz gecelerde en büyük güç kaynağımız. Uzman kadromuz sizin için gece boyu analizler yaptı. İşte cumartesi şöleni:

Ali Suna nın hazırladığı girişimci kuponu:
  • 207 FALKİRK-PARTİCK THİSTLE MS1 ORAN: 1.40
  • 153 WERDER BREMEN-KAİSERSLAUTERN MS1 ORAN: 1.40
  • 224 KAVALA-ATROMİTOS MS 1.0 ÇİFTE ŞANS ORAN:1.13
  • 781 GALATASARAY CAFE CROWN-BORNOVA BELEDİYE MS2 ORAN:1.70

Yıldırım İskender'in hazırladığı öğrenci kuponu:
  • 135 KAYSERİSPOR-BUCASPOR MS H1 ORAN: 1.95
  • 146 VARESE-SİENA MS0 ORAN: 2.60
  • 168 WATFORD-PRESTON İY1 ORAN: 2.00
  • 172 EXETER-SHEFFİELD WEDNESDAY MS2 ORAN: 2.10
  • 259 ESPANYOL-BARCELONA MS H2 ORAN: 1.50
  • 264 REAL SOCİEDAD-VALENCİA MS2 ORAN: 2.10

Hermes'in hazırladığı memur kuponu:
  • 137 SUNDERLAND-BOLTON İY0 ORAN: 1.90
  • 222 ANTALYASPOR-ANKARAGÜCÜ İY1 ORAN: 1.80
  • 155 ARSENAL-STOKE CİTY İY1 ORAN: 1.55
  • 249 RENNES-VALENCİENNES MS1 ORAN: 1.60
  • 256 LOKEREN-CERCLE BRUGGE MS1 ORAN:1.60
  • 230 VİLLAREAL-MALLORCA ÜST ORAN: 1.55

17 Aralık 2010

UEFA EŞLEŞMELERİ


Beşiktaş'ın rakibi Dinamo Kiev oldu. Bana kalırsa zorlu rakipler arasında Beşiktaş'ın şansının daha fazla olduğu ekiplerden birisi Dinamo.

( Dİnamo Kiev - Beşiktaş deyince aklıma ilk gelen Nouma'nın efsane golü oldu)

Her ne kadar zor bir eşleşme olsa da, iyi hazırlanmış bir Beşiktaş'ın bu engeli aşacağına inanıyorum.

Kiev'i geçmesi halinde Siyah Beyazlıar'ın rakibi, Aris - Man City eşleşmesinin kazananı olacak.
Bu turda Kara Kartal'ın şansının pek de yüksek olmadığını düşünüyorum.
Zira medya da dolaşan (Borsaya bildirilern) transfer söylentilerine baktığımızda Beşiktaş yönetiminin transferde önceliğinin Avrupa Ligi olmadığını görmek zor değil.

Zaten şimdilik düşünülmesi gereken Dinamo Kiev eşleşmesi.

Umarım Kartal, Türk Futbol Severler'e uzun yıllar sonra İstanbul'un eşsiz ilkbaharında Avrupa maçı seyretme zevkini yaşatır.

İDDAA DA ''KARA CUMA''


Sol üstte gördüğümüz bu fotoğraf, avrupa kıtasında ki kış şartlarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. Cuma programında bulunan, 33 futbol müsabakasından; 14 ü elverişsiz hava ve zemin koşulları nedeniyle ertelendi. Oynanan 19 müsabakada ise önemli sürprizler vardı. Trabzonspor maçında bahis severler tabir-i caizse öldü öldü dirildi. Hamburger SV-Mönchengladbach mücadelesi ise ilk yarısı ile hayal kırıklığı yarattı. Neyse ki, mücadelenin ikinci yarısının başlamasıyla gelen iki gol; yüreklere su serpti. Bu sonuçlara rağmen birçok bahis sever Tours un yenilmesiyle derin hayalkırıklığı yaşadı. Bunun yanında ertelenen onlarca maç iddia severlerin gününü zehir etti. Hadi oradan lanet olası, canın cehenneme, kahretsin gibi cümleler kurduklarına şahit olduk.

Bizim yapmamız gereken ''kara cuma'' yı unutup haftasonu maçlarına odaklanmak. Küçük bahislerle, haftasonuna hazırlık olarak baktığımız için keyfimizi kaçırmayalım. İlerleyen saatlerde cumartesi kuponlarıyla haftasonunu şölene dönüştüreceğiz.

ŞAMPİYONLAR LİGİ İKİNCİ TUR EŞLEŞMELERİ


Şampiyonlar liginde ikinci tura kalan takımlar için eşleşmeler şöyle.


Arseanal - Barcelona
Bayern Münih - İnter
Valencia - Schalke 04
Roma - S.Donetsk
Lyon - R.Madrid
Kopenhag- Chealsea
Marsilya - M.United
Milan -Tottenham

CL de son sekize kalacak takımlar için, benim tahminlerim : Barca, B. Münih, Valencia, S.Donekts, R.Madrid, Chelsea, M.UTD, Tottenham.

Ya sizinkiler?

16 Aralık 2010

''İDDAA'' DAN ÖTE


Heyecanla beklenen iddaa tahminlerime geçmeden; neden bu bloğu tercih ettiğimden, kısaca bahsetmem gerekiyor. Çünkü tahminlerime bu blogda devam edeceğimin duyurulmasının ardından bloglarda, sosyal paylaşım sitelerinde, onlarca asılsız iddia ortaya atıldı. Bunlardan en çirkin olanı blog sahibinin elinde benim uygunsuz görüntülerimin olduğu ve bu görüntüleri paylaşmakla tehdit edildiğimdi. Bu iddiaları ortaya atanların, ismim üzerinden prim yapmaya çalışan zavallılar olduğunu bütün takipçilerimin bilmesini isterim. Sizlere olan saygımdan ötürü, bu bloğa geçiş öykümü anlatmam gerektiğini düşündüm. Zira bu süreçte aldığım binlerce mail de, o yöndeydi.

Geçen cuma günü italya ligi analizlerini bitirmiş, ispanya ligi analizlerine geçmeye hazırlanırken telefonum çaldı. Arayan çok değer verdiğim, önemli bir blog sahibi, arkadaşım Ünal Burak Şahin'di. Yıllarca emek verdiği mütevazi bloğunu canlandırmak için benden tahminlerimin bir kısmını, bloğunda paylaşmamı rica etti. Bende kariyerim boyunca popülarite peşinde koşmamış, sevdiği insanlar için elinden geleni yapmış biri olarak, değerli arkadaşımın ricasını geri çevirmedim. Yalnız, yoğun iş temposu nedeniyle uzun uzun analizler yapamayacağımı haftanın üç günü, üçer kupon hazırlayabileceğimi belirttim. Mutluluktan gözlerinin dolu dolu olduğunu sesinin titremesinden anlamıştım. Yoğun iş trafiğime bir yenisi daha eklenmişti ama sevdiğin birini mutlu etmenin hazzı herşeye değerdi. Tahminlerimi bu blogda paylaşma hikayem kısaca böyle. İddia edildiği gibi uygunsuz görüntülerle tehdit edildiğim için değil; sevginin gücüne inandığım için buradayım. Bu iddialara itibar etmeyen tüm sevenlerime teşekkür ederim. Cevaplama fırsatı bulamadığım yüzlerce mail içinse takipçilerimden özür dilerim. Fırsat buldukça hepsini cevaplayacağımı bilmelerini isterim.

Artık işimize dönelim ve biraz para kazanalım. Cuma günleri sınırlı sayıda bahis seçeneğimiz olduğu için haftasonuna hazırlık olarak düşünelim ve bütçemizi sıkıntıya düşürecek bahislerden kaçınalım. Haftasonu öncesi bütçemizi genişletecek tahminlerim şöyle:

  • 104 TRABZONSPOR-K.Ç. KARABÜKSPOR İY 1 ORAN: 1.40
  • 123 MÖNCHENGLADBACH-HAMBURGER SV ÜST ORAN: 1.45
  • 127 TWENTE-HERACLES ALMELO MS 1 ORAN:1.10
  • 120 TELSTAR IJMUIDEN-WAALWİJK MS 2 ORAN:1.60
  • 125 BRİGHTON-NOTTS COUNTY MS H1 ORAN:2.90

15 Aralık 2010

MACHİNE YUVARLAK







Evvel zaman içinde Dünya'nın bir yerinde bir oyun icad olunmuş. Gençler bir araya gelip iki takım oluşturur, meşinden yaptıkları topu ayaklarıyla karşı takımın koruduğu kaleye sokmaya çalışırlarmış. kalede bekleyen kaleci varmış sonra. kaleci topu elleriyle tutabilirmiş. Oyunu oynamak, biraz güç, biraz sürat, biraz zeka ve birazda yetenek istermiş. Zaten bu yüzden takım oyunu olarak bilinirmiş bu oyun. Çok su çekermiş o meşin yuvarlak. Yagmurlu günlerde yerden kalkamaz, vuranın ayağını ağrıtırmış sabaha kadar. O kadar zevkliymiş ki bu oyunu oynaması da izlemesi de. Namı çok kısa zaman içininde bütün Cihanı sarmış. Osmanlı Toprakları'na sirayet etmemesi imkansızmış artık. Önce yasaklamış Devlet-i Ali. "Türkler'in bu oyunu oynamaya" denmiş. Zira saray eşrafının kurduğu Beşiktaş Jimnastik Kulübü de, Padişahın "Futbol mudur nedir? Onu oynamasınlar da ne spor yaparsalar yapsınlar " izni üzerine kurulmuş. Bazı Türk gençleri gayrimüslim isimleri edinerek İstanbul ligindeki Rum ve Yahudi takımlarında forma giymişler. Nihayet 1905 yılında Mekteb-i Sultani öğrencilerinden Ali Sami Bey ve arkadaşları yabancıları yenecek bir futbol takımı kurmaya karar vermişler. Ve Türk Spor tarihinin ilk Futbol kulübü tarih sayfasında ki yerini almış. Sonra Fenerbahçe kurulmuş ve Beşiktaş'ın da futbol sahnesinde boy göstermesiyle beraber İstanbul için futbol bambaşka bir anlam ifade etmeye başlamış. Dünya'nın en güzel şehrinin kalbi, dünyanın en şahane sporuyla atar olmuş nihayet.






Kimler gelmiş kimler geçmiş. Papazın çayırında ne efsaneler yaşmış. Şeref Stadını yapma şerefi de Çanakkale' de şehit olma şerefi de futbolculara nasip olmuş. "Bu formayı bana taraftar giydirdi. Şimdi onlar isteyince de çıkarırım" diyebilen Baba hakkılar,Sinyor Can Bartular, Taçsız Kral Metin Oktayları görmüş Futbol severler. O zamanlar Fenerbahçe'li ve Galatasaray'lı futbolcular İstanbul'un karşı yakasında oynayacakları maçlar için birbirlerinin tesislerini kullanırlar; Derbilerden sonra birlikte yemek yerlermiş. Spor kalitemiz Dünya'nın çok gerisinde ise de Sportmenliğimiz dünyalara bedelmiş.O zaman futbolcular özel hayatında neyse sahada da oymuş. Menajerlerin cüzdanında yaşamazlarmış.





Gel zaman git zaman önce radyodan sonra Televizyondan yayınlanır olmuş maçlar. Rekabet büyümüş. Oyun iş oluvermiş birden. Hem de ne iş. Öyle bir para dönmeye başlamış ki meşin yuvarlağın etrafında, kulüpler kendilerini inanılmaz bir sanayinin içinde bulmuş. Toplar artık sentetikmiş. Dostluklar da öyle. Paranın miktarı artınca profesyonellik diye bir kelime eklenmiş futbolculuğun başına. Kavgalar baş göstermiş. Bu takımların futbolcuları, taraftarları,yöneticileri birbirlerinden nefret eder hale gelmişler. Federasyonlar güçlenmiş. Dünya küçülmüş. Futbol endüstrisi Dünya'ya hükmetmeye başlamış. Her ülke kendi ekonomisi ve kendi futbol endüstrisi doğrultusunda sistemde kendine yer bulmaya çalışmış. Nitekim adımını sağlam atanlar kendi yerlerini bulmakta zorlanmamış. Avrupa'nın güçlü ülkeleri. Dünya futbolunda baş köşeleri kapmışlar. Daha az gelişmiş ülkelerse güçlü ülkeleri kendilerine pazar bilmişler. Böylece hem iyi oyuncular yetiştirip belli oranda başarı yakalamışlar. Hem yetiştirdikleri oyuncuları satarak para kazanmış ve büyümüşler. Yetiştirip gönderdikleri oyuncuların zorlu liglerde girdikleri rekabet milli takımlara da yansımış normal olarak. Bu tip ülkeler büyük Dünya Kupalarının vazgeçilmezleri olurken bu ülkelerin kulüpleri de uluslar arası turnuvalarda belirli bir istikrar yakalamış ve kalıcı olmuşlar.



Bizim sorunumuz tam da burada başlamış aslında. Biz nerede duracağımızı bilememişiz. Futbol Dünyasının endüstriyel keşmekeşinde koordinatlarımızı belirleyememişiz bir türlü. Dibine kadar girmişiz bu sanayinin içine. Ama yanlış yerden girmişiz. Üretim departmanında yer alacağımıza, hep müşteri olmuşuz büyük mağazalara. Elimizde ki para da az olunca, az paralık mal alarak elimizdekini de çarçur etmişiz. Kısacası hep bir küçük Amerika'cılık ve sonu hep hüsran.



Bu gün Dünya futbolunda ligler üreten ligler ve satın alan ligler olarak ikiye ayrılıyor. Major ligler (İngiltere, İtalya, İspanya) ( kulüp olarak B.Munich ve PSG yi de ekleyebiliriz) kapital'i, Başta Brezilya olmak üzere Hollanda, Portekiz,  Arjantin, Fransa ve Almanya gibi ligler ise üreticiyi temsil ediyor. Hatta bu büyük liglerdeki takımlar dahi kendi arasında üretici ve tüketici olarak ayrılmış durumda. Ulusal Takım başarılarına ve UEFA sıralamalarına da bakınca, futbol endüstrisinde yerini belirlemiş ülkelerin üst sıraların tamamını oluşturduğunu görüyoruz.

Bu günün Dünya'sında endüstriyel futbola karşı koymak imkansız. Aynı zamanda gereksiz de. Önemli olan bu endüstride yerini doğru seçebilmek. Bunun da ilk adımı pazar oluşturmak. Yanlış anlaşılmasın Drogbalar, Sneijderler, Anlekalar ligimize gelmesin demiyorum  Elbette gelsinler bu tip transferlerin Avrupa'dan Türkiye'ye doğru dağa sağlıklı bir pazar oluüturacağını düşünüyorum. Ama transferde bu yıldızlar kadar hatta daha fazla olarak katma değeri olan futbolculara yönelmek gerektiğini düşünüyorum.Gitmemek üzere gelen oyuncudan ziyade, en az bir transferi olan oyunculara yönelmek. Ve en önemlisi yerli olsun yabancı olsun.değerini bulan oyuncuyu yurt dışına satabilmek.

Bu gün Türk Futbolcuları için açık görünen iki kapı var. Bunlardan biri Rusya diğeri ise İspanya. Bu iki kapının açık olmasının etkenleri bellidir. Nihat Kahveci'nin müthiş İspanya kariyeri  ile Gökdeniz Karadeniz ve Fatih Tekke'nin Rusya'da yaptıklarıdır. (açtıkları kapıdan nice oyuncu kolaylıkla girdi) Tugay Kerimoğlu'nun EPL de açtığı kapı ise sonrasında gidenlerin erken dönüşü ile şimdilik kapanmış gibi görünüyor. İspanya'da Nihat'ın bayrağını şu anda Arda taşıyor ve o kapıdan çok kısa süre içerisinde en az bir Türk oyuncu daha girecek gibi duruyor. Futbolcularımız Avrupa'nun iyi liglerine Transfer oldukça hem altyapının değeri artacak hem diğer liglerdeki parlak gençler bir çıkış noktası olarak Türkiye'yi tercih edecektir.

Dediğimiz gibi artık bu sanayi çerisinde nerede olmamız gerektiğine karar vermek ve bulunduğumuz noktanın gerektirdiği gibi hareket etmemiz gerek.

Ünal Burak Şahin


14 Aralık 2010

Ben Ve Futbol

bu toprakarda yaşayan her insan gibi bende de derin duygular barındırır futbol. hakan şükür ve bülent korkmaz ( ki ne acıdır ikisi de istenmeyen adam ilan edilmiş vaziyette) uefa kupasını kaldırırken tv başında ağlayan bir çocuktum. ardından dünya kupası maçlarını okulu asıp izleyen bir delikanlıya dönüştüm. sonra bir duraklama evresi girdi hayatımıza. kimisi için bu duraklama evresi bütün hayatını kapladı kimisi içinse bu sadece bir spordu. ben hatırlayamıyorum o dönemde futbolla alakalı ilgimi. hatırladığım tek şey galatasarayın borçları, fenerbahçenin kapanan borçları, trabzonspor taraftarlarının inatla şampiyonluk istemeleri ( ve her yöneticinin kendini bilmez bir şekilde sezon başlarında şampiyonluğa talip olmaları), ve beşiktaşın daha tam organize olamamış taraftar grupları. milli manada ise tam bir hayal kırıklığı yaşanıyordu o günlerde. dünya üçüncüsü bir takım vardı elimizde ardından konfederasyon kupası ardından şenol güneşin ayağının kaydırılması, ve ardından başlayan çöküş süreci. ve her çöküş sürecinde olduğu gibi fatih terime sarılmamız. ( aradaki ersun yanallı zamanları başka bir yazıda detaylıca inceleyeceğiz. ) facialar terim geldiğinde bitmiyordu o zamanlar. milli takımdan önceki ikinci galatasaray döneminde bunu görmüştük. ve ardından bana göre türk futbol tarihinin en büyük faciası yaşandı. hem de 15 dakika içinde. mehmet özdileğe sorsanız hala pişmandır yaptığından. anlatabildim değil mi neyi kastettiğimi? facialar birbirini kovalarken gazla çalışan bir milli takım avrupa da doğru düzgün başarılar sağlayamayan klüp takımları ( fenerbahçe nin lokal başarılarını saymazsak) kendi ligimizde söylemeye bile gerek olmayacak derecede düşük bir kalite. ve sonra avrupa futbol şampiyonasına gidebildik. o yılları hala hatırlarım çünkü yakın geçmiş onlar. artık büyümüştüm ve hayatımı futbola kanalize etmemem gerektiğini anlıyordum lakin bu bizim gibi insanlar için bir milli meseledir. milli takımımız hepimize sinir krizleri yaşatarak avrupa şampiyonasında yarı finale kadar gelmişti. tekrar umut doldu yüreklerde , tekrar dünya 3.sü olan takımın devamı sayılabilecek bir takım kurulmuştu ve başarı gelmişti. ve her zaman ki sorun unutulmuştu. günü kurtarmıştık. ligimizde de işler hiç iyi gitmiyordu. aynaya baktığımda uefa kupasını kaldıran elleri görüp buna ağlayan bir çocuk yoktu artık. ve zamanla ( özellikle ligimiz için inanılmaz derecede astronomik bir fiyatla digitürkün sahneye çıkmasıyla) küçük klüpler (ki bu tanıma kıl olurum bir yerde bir şeyin küçük olması için o yerde bir de büyüğün olması gerekir) maddi anlamda zenginleşmeye başladıkça iş değişti. ve belki de digitürkün hiç istemeyeceği şekilde. çünkü büyük takımlar çöküyor küçük takımlar yükseliyordu. taraftarı bile olmayan takımlar büyük takımların evinde onları eze eze yeniyordu. milli manada dünyanın farkına vardığı hiddink gerçeğinin biz de farkına vardık. fakat farkına varamadığımız olay almanyayı yenmemizin zaten imkansız olduğuydu. mesutun türkiyeyi seçmemesi üstüne üstlük bize gol atması bazılarını yüreklerinden yaralamıştır eminim. ve geldik bugünlere. karşımızda duran tablo şudur: büyük takımların devri kapanmak üzere, milli takımımız da değişim rüzgarları geçici mi kalıcı mı zaman gösterecek, katar da bir dünya kupası yapılacak ( ve belkide ocak ayında), barcelona formasına reklam alacak, ve bende burda yazı yazacağım.
sevgiler.

MAÇ BİTSİN ÖYLE!!!






Barca forma reklamı alıyorsa biz de geri döneriz arkadaş.

Çok uzun zaman oldu bir şeyler yazmayalı. Galatasaray diye bir takım hala vardı biz son yazdığımızda mesela. Beşiktaş 8 milyonları Q7'ye değil Tabata'ya veriyordu.(dogru politika mı? Ayrıca tartışırız). Mesela Fenerbahçe'nin şampiyonluk sevinci iki dakika daha azdı o zamanlar. Anadolu'dan bir takımın şampiyon olabilme ihtimali hala ütopyaydı. Trabzonspor şampiyonluğa hiç bu kadar yakın olmamıştı. Ve 12 Dev Adam son destanını yazmamıştı.

Uzun zaman oldu yani. Artık geri dönme vakti geldi. Bu yeni serüvenimizde desteklerinizi bekliyoruz