30 Aralık 2011

İLK YARIDA GALATASARAY

İster seversiniz ister sevmezsiniz ama Fatih Terim'in memleketin en başarılı hocası olduğunu yadsıyamazsınız. Bir çok arkadaşımın "Aynı suda iki defa yıkanmaz. Üçüncü defa hiç yıkanmaz" demesine karşın ben İmparator'un takımın başına gelmesini hep  istedim. İşlerin şimdilik iyi gitmesi devamlı iyi gideceği anlamına gelmez elbet. Ama biz Fatih Terim'n piskolojisiyle bütünleşmiş bu ruh halini seviyoruz. En mutlu günlerimizde bu ruh halini paylaştık hep. başarılı veya başarısız oLmak önemli değil. Bence Galatasaray bu ruh haliyle güzel. 2000 ruhu deniyor ya hani bazıları kafa buluyor. İstediğimiz UEFA Kupası falan değil bizim.İstediğimiz o kupayı alan futbolcuların gözlerindeki ışık.    

Transfer sezonunun tartışmasız en hızlı kulübüydü Galatasaray. Öyle de olmak zorundaydı zira yılın ilk yarısı tam bir kabustu Galatasaray için. Hani kan ter içinde uyanırsınız uyumak istemezsiniz Çünkü gözlerinizi kapattığınız anda kabusun tekrar başlayacağını bilirsiniz.İşte aynen öyleydi. Galatasaray bir şeyler yapmalıydı ki yeni başkan Ünal Aysal henüz sezon bitmeden, benim gibi bir çok taraftarın beklediği isimle anlaşmaya varıldığını duyurdu. Fatih Terimle beraber o gün için İmparator'un gölgesinde kalacak bir transferi bitirmişti Aysal'ın ekibi: Johan Elamander.

Son birkaç yıldır "yıldıztransfer" çılgınlığıyla ofansif yıldızları takma dolduran Galatasaray'ın aksine Bu kez aklı selim davranıldı. Acemiliğin kurbanı olunan Atleico Madrid çıkarması sayılmazsa, imkanlar dahilinde gerekli mevkilere en iyi transferler yapıldı (Selçuk İnan,Eboue, Felipe Melo, Muslera,Ujfalushi,)   . Arda Turan'ın artık gerçekleşmez denilen transferinin gerçekleşmesi ile sol kanat hücümcusu için Podolski'den olumsuz yanıt alan yönetimin Riera'ya yönelmesi ise yine imkanlar dailinde yapılabilecek mantıklı bir transferdi.Son dakika sürprizi Engin Baytar'sa bir pimi çekili bombaydı.

Sezona İBB mağlubiyetiyle başlayan Galatasaray ilk haftalarda inişli çıkışlı bir grafik çizerken dikkat çeken iki nokta vardı. Birincisi Galatasaray kadrosunun 4-3-3 dizilişine uygun olmamasıydı. Zira ne Kazım ne Riera bu dizilişe uygun kanat oyuncuları değildi. bu sistem de Baros da , Elmander de çok yalnız kalıyorlar ve Galatasaray kanatları da işlemiyordu. İkincisi nokta ise bu dizilişte Melo ve Selçuk'un aynı anda oyunun içinde olamamalarıydı. Galatasaray bir an önce 4-4-2 ye dönmeliydi.

Sezon başı itibariyle Galatasaray'da takım standartlarının çok üstünde iki oyuncu vardı. İlki müthiş hırsı iki yönlü etkili oyunu ve skora yaptığı katkıyla Felipe Melo bir diğeri yılların tecrübesi ve yıllardır bir savunma oyuncusunda görmeyi özlediğimiz yetenekleriyle Tomas  Ujfalshi.

 Haftalar ilerledikçe takım kendini bulmaya başladı. Engin Baytar'la başlayan oyuncuların yükselişi Selçuk'la devam etti. Ve Galatasaray için dönüm noktası hiç süphesiz Arena da kaybedilen Gaziantep maçıydı. Servet'e çıkan saçma sapan kırımızı kart ve Gökhan Zan'ın herzamanki gibi  sakat olaması Galatasaray'da nihayet Semih Kaya'nın forma giymesini sağlıyordu. Ortasaha ikilisi ligin başından belli olan Galatasaray'ın defans kurgusu da nihayet yepyeni bir görünüme bürünüyordu. Sabri'nin sakatlanması sonucu asıl bölgesi olan sağ beke geçen Eboue yıllarca Arsenal'de oynamanın ne  demek olduğunu herkese gösterirken. Üç sezondur kaypları oynayan Hakan Balta da kendine geliyordu. Kayseri maçına ilk on birde başlayan Ayhan Akman da yanında koşan çalışkan orta saha oyuncuları olun ne kadar farklı olabileceğini gösterdi ve bu takım için hala bir şeyler yapabilecek bir alternatif oyuncuyum dedi. Onun varlığında ilk defa Selçuk İnan Galatasaray formasıyla hücuma böylesi katkı yapmış oldu.Beşiktaş deplasmanından alınan bir puan Muslara'nın taraftara hediyesiydi. Sivas spor maçında görülen kırmızı kartlar sonucu çok zor bir Gençlerbirliği deplasmanına çıkan Galatasaray'ı ipten alan Eboue Fenerbahçe karşısına 4-4-2 ile çıkan takımın da fitilini ateşliyordu. Yeni sistem ile Elamander de nihayet beklenen performansı, hatta beklenenin üstünde bir  performans yakalamıştı. Son iki sezona göre fiizk olarak biraz güçlenen Baros, Elamander'in bu çıkışında yaptığı topsuz koşularla önemli rol oynamıştı ki o da kendi adına sezonun ilk yarısını hiç fena bitirmedi. Peşi sıra gelen Trabzonspor, Orduspor ve Manisaspor galibiyetleri Galatasaray için sürpriz olmadı.

Galatasaray sezonun ilk yarısını Fenerbahçe'nin 2 puan önünde lider bitirirken ligin en çok  gol atıp en az gol yiyen takımı unvanını da taşıyor. her şeyden önemlisi Galatasaray Terim'in dediği gibi taraftarının gurur duyacağı bir takım halini aldı gün itibariyle 2011 in ilk yarısı boyunca süren kabus sona erdi. Artık rahat rahat uyuma zamanı.




2011-2012 İLK YARI DEĞERLENDİRMELERİ


İki haftalık yüz üstü yatma zorunluluğunun ardından, nihayet az da olsa oturabilmeye başladım. Sandalye üzerinde kısa süreli oturabildiğim şu dönemde, henüz final temposunun da başlamasına da bir kaç gün varken geride bıraktığımız on yedi "hafta"nın değerlendirmesini yapalım dedim. 3 temmuz sürecini ve getirdiklerini zaten sezon öncesinde, futbolsuz geçen uzun günlerde yazmıştık. O yüzden direkt olarak futbola ve futbolun getirdiklerine geçmek istiyorum. Önceliği, ligin ilk yarısını lider tamamlamasıyla hiç alakalı olmayarak, sırf kendi takımım olması hasebiyle Galatasaray'a veriyorum

Yorumlarınız benim için değerdir.

YORUMSUZ


KAMUOYUNA DUYURU

Kamuoyunda “Şike Soruşturması” olarak bilinen ve sadece futbol değil tüm spor dünyamızı yakından ilgilendiren sürecin yönetilmesine ve sonuç olarak TFF’nin almış olduğu kararlara ilişkin Galatasaray Spor Kulübü'nün duruşu ve benimsemiş olduğu ilkeleri, bu konuda oluşabilecek herhangi bir yanlış anlaşılmayı ve spekülasyonları önlemek amacıyla bir kez daha kamuoyu ve camiamızla paylaşmak gereği doğmuştur.

3 Temmuz'dan bu yana Türk futboluna hakim olan kargaşa içerisinde Türk sporunun en önemli ve köklü camiası olarak sürekli yapıcı, uluslararası kurallara uygunluğa, ahlaka, etik kurallar ve prensiplere davet edici anlayışımızı, gerek kamuoyu önünde gerekse kapalı toplantılarda ısrarla dile getirdik. Tabii bu arada hiçbir şahıs veya camiayı kırıcı, rencide edici, suçlayıcı bir söylemde bulunmamaya hassasiyet ve titizlik gösterdik. Kulübümüzün adı, tasvip edemeyeceğimiz şekilde suçlamalara, söylemlere karıştırılsa da Türk Spor Tarihi'nin en karanlık günlerinin yaşandığı bu donemde, sükûnetimizi korumasını bildik.

Yaratılan suni gündemler, tartışmalar, konuyu etik kurallardan, ilkesiz ve prensipsiz bir şekilde hâl ve üstünü örtme çabalarının karsısında, Türk futbolunun değerini, potansiyelini ve geleceğini gözeten adil ve yapıcı bir duruşla cevap vermeye çalıştık.

Sporun etik kurallar çerçevesinde, mert ve dürüst bir rekabet ortamında yapılmasını söylerken, kamuoyunun dikkatine sunulmaya başlayan ve artık gizliliği olmayan ve herkesçe aşikâr olan, hiçbir şekilde Türk insanımızın kabul edemeyeceği söylem ve yaklaşımların hakkında da yorum yapmadık.

Gerek Kulüpler Birliği toplantılarında gerekse TFF toplantılarında konunun insani boyut taşıyan ceza kanunu kısmında, cezaların uluslararası normlara inmesi için, "hiç kimsenin acısı, üzüntüsü bizi mutlu etmez" diyerek, kulübümüzün hiçbir üyesinin problemi yokken sonuna kadar destek verdik. Ama her seferinde ısrarla, sportif cezaların uluslararası normda olanlarının dokunulmasına müsaade etmeyeceğimizi de açıkça ifade ettik. Türk futbolunun ekonomik konularını adeta tehdit olarak ortaya koyanlara da çok net bir şekilde ahlak, prensip, ilke ve kuralların tartışılamayacağını defalarca teyit ettik.

Galatasaray, bütün bu süreçte, hiçbir tahrike kapılmadan, kimseyi hedef almadan kendisine, kültürüne yakışır bir duruş göstermeye özen göstermiştir. Galatasaray’ın bir hatasında, resmî internet sayfalarını "sonuna kadar takipçisiyiz" diye açanlara, her türlü tahrike rağmen cevap vermemeyi yeğlemiştir.

Türkiye Futbol Federasyonu'nu, sürekli olarak, Türk futbolunun önünü açacak, evrensel kuralları uygulayacak, Avrupa ve dünya futbolunda hak ettiği şekilde yer alacak kararları uygulaması için sürekli ikaz ettik. Ancak bugün görüyoruz ki, TFF, nedeni çok iyi anlaşılan ama dillendirilmeyen bir şekilde, yetkilerini kullanmaktan imtina ederek, kararı, daha önceden senaryosu hazırlanmış bir şekilde, genel kurula devretmektedir. Adeta genel kurulu, adaleti yerine getirmesi için, dünya hukuk tarihinde konuya taraf olanların oy kullandığı ilk jüri olacak şekilde bir role soyundurmuştur. TFF Yönetim Kurulu ve Başkanı, bu kararla, genel kurulu, uluslararası normlarda ve TFF'nin talimatnamesinde açıkça tarif edilen cezaları, içinde etik, ilke ve prensiplerin ve tabii en önemlisi, adalet duygusunu, bir kez de olsa yok sayarak, ileride hiçbir şekilde tamiri olmayacak bir şekilde, saygınlığının tartışılacağı bir karar ortamına sokmaktadır.

Türkiye Futbol Federasyonu özerktir. Genel Kurulu'nun seçtiği başkan ve yönetim kurulunun yetkileri ve sorumlulukları bellidir. Bu yetki ve sorumluluklar, başkasına devredilemez, sorgulanamaz. Kuralları esnetmek ve çarpıtmak, ciddi hiçbir kurumda olmayacağı gibi, futbol kurumunda da tartışılamaz. Yetkisini kullanmayıp genel kurulu göreve çağırmanın tarifi tek kelime ile yetersizliktir ve sebebi de kamuoyunca malumdur.

Hiçbir ceza, bir defaya mahsus olarak geri bırakılamaz, iptal edilemez. Böyle bir durumun tarifi, kurum veya kurumlara özel uygulamadan başka bir tarif olamaz. Yapılan hataların ceza ve müeyyideleri bellidir. Hem Türkiye’de, hem Avrupa'da, hem de dünyada bellidir. İkame müeyyide ve ceza yaratmaya çalışmak, kamuoyunun futbola bakış acısını ciddi anlamda bir kez daha sarsması bir yana, toplumun adalet duygusunu da rencide edecektir. Bu noktadan hareketle “geçici”, “bir defalık” uygulamalar yerine sürdürülebilir ve adil kararlar alınması zaruridir.

Avrupa futbolunun yöneteni bellidir. Kısa bir zaman önce ortada gizlilik kararı olmasına rağmen, sert bir müeyyide uygulamaktan imtina etmeyen UEFA’nın, korkarız ki, bu yeni yaklaşım ile Türk futboluna müeyyide uygulama riskiyle karşı karşıya kalınabilecektir. Bunun aksini iddia edenlerin de, bu kararlar alınırken, bağlı olduğumuz uluslararası organizasyonlarla tam bir uyum içinde hareket edildiği konusunda, ilerde değişebilecek sözlü açıklamalarla değil, mutlaka yazılı teminatlarla hareket etmesi zarureti vardır.

Galatasaray Spor Kulübü ve camiası olarak, bugüne kadar, kimsenin eleştiremeyeceği, akılcı, barışçı, Türk futbolunun bugününü değil; yarınlarını düşünen ikazlarımızın yeteri kadar net ve açık olduğunu düşünüyoruz. Ortaya konulan stratejinin Türk futboluna vereceği zararın sorumluluğu bugün de, yarın da ve tarih önünde bugünkü stratejileri yapanların, şu andan itibaren hukuksal olarak yapılması zorunlu, ancak yanlış olan Genel Kurul'da, umarız açık oylama ile Türk spor kamuoyunun gözleri önünde, bu doğrultuda oy verenlerin olacaktır.

Galatasaray Spor Kulübü, Türk sporunun ancak rekabetçi bir ortamda gelişebileceğini bilir ve bu ortamın varlığını destekler.
 
Ancak bu desteği verirken yukarıda dile getirdiğimiz tehlikeler ve ilkeler konusunda tavizsiz duruşunu sergilemeyi gerek camiasına gerek Türk Sporu'na karşı en temel sorumluluklarından biri olarak görür.

Saygılarımızla,

Galatasaray Spor Kulübü

21 Aralık 2011

NE HASTA BEKLER SABAHI...

Birkaç dikiş, birkaç saat müşahede ve akşam Orduspor maçını yüz üstü uzanmak zorunda olsam da evde izleme öngörüsüyle yattığım hastaneden; İki gün müşahade, yirmi dikiş ve tam bir ay oturmadan yüz üstü yatma talimatıyla ayılacağımı hiç düşünmemiştim.  Bırakın akşam sekizdeki maçı evde izlemeyi gece ona kadar ayaklarımı bile hissedemedim. Hastanedeki odamda internetin çekmemesi de eklenince bu sezon ilk Galatasaray maçımı kaçırmış oldum. Halbuki odamda internetin çektiğini söyleyen doktoruma inanmış maçı izlemek için tüm hazırlıklarımı yapmıştım.

İzlediğim özet görüntülerde aklımda kalan ve beni ziyadesiyle mutlu eden durum Baros'un formu. Galatasaray'ın çift santraforla oynamaya başlamasıyla formu günden güne yükselen Baros hep oyunun topsuz bölgelerinde etkili olmuş, çapraz koşularla Elmander'e boş alanlar yaratmış, hiç yapmadığı kadar pres yapmış rakibi bozmuş ama gol yollarında pek bir şanssız kalmıştı. Sadece özet görüntülerden izlediğim maç ta bir gol atıp bir attıran Çek yıldız, bir Elmander'e bir de Kazım'a alda ar dercesine iki de net pas göndermiş.

O zaman Milan Baros Milan Baros Oley Oley Oley

14 Aralık 2011

BİR AVUÇ ATEŞ ...........


Hagi'ye aşıktık biz. Biz  çocukken Galatasaray'ın bütün oyuncuları çok iyiydi ama hepimiz Hagi'ye hastaydık. Çünkü o bambaşkaydı ve malesef otuzbeş yaşındaydı. Bir gün Hagi'siz kalacak olmanın üzüntüsünü hafifletecek tek şey vardı. Veliahtı yetişmekteydi. Beklendiği üzere Hagi, UEFA Kupası'nın alındığı sezondan bir sene sonra  futbolu bırakmıştı. Beklenmeyen ise Emre'nin, "Okan abisiyle" birlikte İtalya'nın yolunu tutmasıydı.

Emre için çok erken Okan için ise çok geç gerçekleşmiş bir transferdi.Herşeyden öte Galatasaray yönetiminin çok büyük bir basiretsizliğiydi.



Emre İnter'e gittiğinde hiç kızmadım ben. Hatta gurur duydum.Ama çok üzüldüm. O zamanlar İnter'in Emre ve Okan için nekadar yanlış bir takım olduğunu kavrayamayacak durumdaydım. Benim için İnter Avrupa'nın en  büyük takımlarından briydi. Ronaldo bile oradaydı. Daha ne olsun?

Emre'nin İnter macrası bizim lise yıllarımıza tekabul eder. İnter'in nasıl bir cadı kazanı olduğunu yeni yeni farkettiğimiz yıllar. C. zanetti ile Recoaba arasında, Dalmatlı, Concecaolu saçmasapan birsürü ortasaha oyuncusunun farklı mevkilerde denendiği bir türlü iskelet kadro oluşturulamayan Milan'ın gölgesinde kalmaya mahküm bu takımda bir türlü sürekli yer yer bulamamış. Hector Couper'li İnter'de Hagi'nin veliahtı olmakatan çoktan çıkmış, ekmeğinin peşindeki işçi gibi, hangi pozisyona konsa oynamaya çalışmış bir türlü kendini kanıtlayamamıştı.

O yıllardan hafızam da kalan şeyler herkesle aynı. Lazio'ya attığı iki müthiş gol (bizi çok umutlandırmıştı.). Gazete küpüründe gördüğüm Stam'a vurmaya çalışırken yediği kırmızı kart, İnterin 0-2 yenik götrdüğü maçta 88 de oyundan alınması ve yerine giren Recobanın kalan dakikalarda 3 gol birden atması ve ihalenin Emre'ye kalması.



Emre'nin EPL macerası İnterden farksızdı. Ben yine de çok sevinmiştim. Çünkü New Castel'ın başında eski bir dost vardı. Daha önce Hakan Ünsal, Hakan Şükür ve Tugay Kerimoğlu'na İngiltere'nin kapılarını açan Sunes, Emre'yi Çok istemişti. Gel gör ki New Casle keşmekeşin göbeğiydi ve burada menejerler Arsenal, ManUTD da olduğu gibi yıllarca kalamıyordu. Emre yine pozisyonlar arasında harab oluurken; pepeşe oynadığı iki maçtan sonra beş hafta yatan bir müzmin sakata dönüşmüştü(Euro 2008 de sadece Portekiz maçında oynamış kalan maçları sakat olarak kenardan izlemişti). Pisikolojik sıkıntıları zaten blinen Emre, bir maç sonrası El Hadji Diouf tarafından ırkçılıkla suçlanmış, bir de ırkçı damgası yemişti.

Euro 2008in oynandığı dönemlerde. tüm Galatasaray'lıları derinden yaralayanbir haber Türk Spor Meda'sında yankılanıyordu. Milli Takm'ı ziyarete giden bir Galatasaray'lı Taraftarın saha kenarından sarfettiği sözler herşeyi açıkıyordu.

"Emre Fenerbahçe'ye gitmişssin Yazıkar olsun"


Emre Galataray'lıların evladıydı ve Fenerbahçe'ye gidemezdi. Adnan Polat'ın kendi adına söylediği söz aslında tüm Galatasaray taraftarı için geçeriydi. "Emre'ye kızma hakları vardı."

Çünkü daha br sezon önce, basın tirübününe kol gösterdii zaman, ona sahip çıkan Galatasaray taraaftarıydı.Çünkü Galatasaraytaraftarı ,sırf o kırmızı kart gördü, o oynayamayacak diye final sevincini buruk kutlamıştı. Hıncal Uluç'a onca küfürü Fenerbahçe Taraftarı etmemişti. Ne olursa olsun Sami Yen'de yeri ve 5 numaralı forması herzaman hazırdı. Ve her Galatasaray taraftarı onun bir gün mutlaka yeniden parçalıyı giyeceğine inanıyordu.

Ben Emre Fenerbahçe'ye gittiğinde de fazla kızmadım. Ben Fatih Akyel'e de hiç kızmamıştım zaten(ki Fatih Akyel, Fatih Altaylı'nın kaprisleri yüzünden geçmişti boğazın karşı kıyısına) . Ama çok üzüldüm.Emre'yi çubukluyla göreceğimi hiç tahmin etmemiştim. Ben yine yönetime kızdım. Ama bukez elinden kaçırdkıları zaman kızdığım kadar kızadım. Çünkü Emre pahalı bir oyuncuydu ve o günün şartlarında Emre'yi almaya Galatasaray'ın maddi gücü yetmemiş olabilirdi. Emre'nin de profosyonelliği gereği Fenerbahçe'yle anlaşması gayet normaldi.

Benim gibi Galatasaraylılar Emre'ye "Ben çocukluktan beri Fenerbahçe'liyim" dediğinde kızdılar. Hem de çok kızdılar. Çünkü aldatıldıklarını hissettiler. Hem gereksiz. Hem aptalca bir açıklamydı bu. Zira bizler Emre'nin, Avrupa yıllarında Türkiye ile ilgili verdiği demeçlere" Bir Galatasaray taraftarı olarak" diye başladığına defalarca şahit olmuştuk. Hatta bir arkadaşımın katıldığı bir panelde kendisine yöneltilen "Türkiye ligi'nin şampiyon kim olur?" sorusuna; "FB olmasın da kim olurasa olsun diyecek kadar Galatasaray'lıydı.

Emre'nin Fenerbahçe serüveni futbol ve sakatık performansı olarak bakıldığında eski yllarına nazaran iyi geçse de pisikolojisini iyice bozdu. Yaşı ve tecrübesi ile ligin abileri konumuna gelmiş ama bu abiliği tam algılayamamıştı. Halbu ki onun Ergün gibi Popescu, Taffarel gibi örenk abileri vardı. Hiç değilse Alex'e  öykünebilirdi. Ama o gün geçtikçe hırsla rakibine faul yapan, (ki normaldir) rakibinin yaptığı en ufak şarjdan sonra üstüne yürümeyi marifet sanan, herşey bir tarafa en ufak bir hatasında kendi takım aradaşına bağırmayı liderlik sanan ve kendi arkadaşıyla kavga etmekten çekinmeyen bir adam haline geldi. Andre Santos, ve Cristian bir tarafa, Yüzündeki amahçup ifadeyle kendisine " Ne yaptım Abi" diyen Gökhan gönüle karşı tavrı bir Galatasaray'lı olarak beni bile çieden çıkardı.

Emre bu olmamlıydı. Bu gün Bülen Timurlenk Abinin yazısında dediği gibi Emre aslında de olması beklenen kişi olamadığı  için bu oldu belki de.




2000-2001 sezonu penaltı atışlarıyla sonuçlanan enfes Türkiye kupası maçı (yer Kadıköy. Ozaman Tek maç usulü oynanıyor) Kankam ve Babası Ethem amca ikis de çok koyu fenerli. Bir posisyonda Jhonson Emre'ye arkadan bastı ve yirmi yaşındaki Emre bir anda arkasına dönüp kendisinin iki katı olan Jhonson'a öyle bir saldırdı ki. Ethem amca yıllar sonra Fenerbahçe formasıyala destekleyeceği  Emre'ye notunuşu sözlerle veriyordu.

"Bir avuç ateş O..... Ç......"




Emre hiç değiştiremedi kendini. Geliştiremedi de. Bu ülkenin hep en iyi oyuncularından oldu. Ama asla olması gereken kadar iyi olamadı. Hatta o yirmi yaşındaki Emre'yi de aşamadı hiç. Bir avuç ateş hiç sönmedi. harlandıkça harlandı yangın oldu. içindeki ateş büyüdü içine aldı Emre'yi


Emre'yi tanıyanlar özel ahayatında çok iyi biri olduğundan bahsederler hep inanırım. Ama adama şunu da sorarım. Özel hayatınızda Emre'yle kaçkez ters düştünüz? İnönü'de yükselen o kol Emre'nin özel hayatı değil miydi?  Yarın bir basın toplantısı düzenleyecek ve Aykut Hoca'sından özür dileyecek Emre. Zaten kendisi için bir haftadır dolaşan A. Madrid söylentileri var. Fenerbahçe Emre'nin boşluğunu kolay kolay dolduramaz. Ama Emre içindeki boşluğu nasıl dodrur bilmiyorm.Ve Özel hayatında çok iyi olduğu söylenen bu insan için aklıma  otuz yasında futbolu bırakma kararı alan Jesus Almeyda'nın şu sözleri geliyor.

"Biz futbolun sahte dünyasının içindeyiz. bu tamamen düzmece bir dünya. bize basit bir oyun oynamamız için milyonlarca dolar ödeniyor. ama biz sadece sistemin devam etmesi için kendini satan köleleriz. ben sadece futbolcu almeyda değilim. bir insanım, bir babayım ve bir çiftçiyim. işte bu benim. ve futbolun içinde kaldığım her gün gerçek almeyda’dan uzaklaşıp, kişiliğimi yitiriyorum"


 
Emre'nin Pisikolojisini değerlecek bilgiye sahip değilim. Bana da düşmez açıkçası. Ama bundan üçyıl önce Fenerbahçe'ye transfer olduğu dönemde Bülent Timurlenk'n Aceto blog da payaştığı yazıyı okumanızı tavsiye ederim.   http://acetobalsamico.blogspot.com/2008/09/90larn-sezercikiemre-belzolu.html