30 Aralık 2011

İLK YARIDA GALATASARAY

İster seversiniz ister sevmezsiniz ama Fatih Terim'in memleketin en başarılı hocası olduğunu yadsıyamazsınız. Bir çok arkadaşımın "Aynı suda iki defa yıkanmaz. Üçüncü defa hiç yıkanmaz" demesine karşın ben İmparator'un takımın başına gelmesini hep  istedim. İşlerin şimdilik iyi gitmesi devamlı iyi gideceği anlamına gelmez elbet. Ama biz Fatih Terim'n piskolojisiyle bütünleşmiş bu ruh halini seviyoruz. En mutlu günlerimizde bu ruh halini paylaştık hep. başarılı veya başarısız oLmak önemli değil. Bence Galatasaray bu ruh haliyle güzel. 2000 ruhu deniyor ya hani bazıları kafa buluyor. İstediğimiz UEFA Kupası falan değil bizim.İstediğimiz o kupayı alan futbolcuların gözlerindeki ışık.    

Transfer sezonunun tartışmasız en hızlı kulübüydü Galatasaray. Öyle de olmak zorundaydı zira yılın ilk yarısı tam bir kabustu Galatasaray için. Hani kan ter içinde uyanırsınız uyumak istemezsiniz Çünkü gözlerinizi kapattığınız anda kabusun tekrar başlayacağını bilirsiniz.İşte aynen öyleydi. Galatasaray bir şeyler yapmalıydı ki yeni başkan Ünal Aysal henüz sezon bitmeden, benim gibi bir çok taraftarın beklediği isimle anlaşmaya varıldığını duyurdu. Fatih Terimle beraber o gün için İmparator'un gölgesinde kalacak bir transferi bitirmişti Aysal'ın ekibi: Johan Elamander.

Son birkaç yıldır "yıldıztransfer" çılgınlığıyla ofansif yıldızları takma dolduran Galatasaray'ın aksine Bu kez aklı selim davranıldı. Acemiliğin kurbanı olunan Atleico Madrid çıkarması sayılmazsa, imkanlar dahilinde gerekli mevkilere en iyi transferler yapıldı (Selçuk İnan,Eboue, Felipe Melo, Muslera,Ujfalushi,)   . Arda Turan'ın artık gerçekleşmez denilen transferinin gerçekleşmesi ile sol kanat hücümcusu için Podolski'den olumsuz yanıt alan yönetimin Riera'ya yönelmesi ise yine imkanlar dailinde yapılabilecek mantıklı bir transferdi.Son dakika sürprizi Engin Baytar'sa bir pimi çekili bombaydı.

Sezona İBB mağlubiyetiyle başlayan Galatasaray ilk haftalarda inişli çıkışlı bir grafik çizerken dikkat çeken iki nokta vardı. Birincisi Galatasaray kadrosunun 4-3-3 dizilişine uygun olmamasıydı. Zira ne Kazım ne Riera bu dizilişe uygun kanat oyuncuları değildi. bu sistem de Baros da , Elmander de çok yalnız kalıyorlar ve Galatasaray kanatları da işlemiyordu. İkincisi nokta ise bu dizilişte Melo ve Selçuk'un aynı anda oyunun içinde olamamalarıydı. Galatasaray bir an önce 4-4-2 ye dönmeliydi.

Sezon başı itibariyle Galatasaray'da takım standartlarının çok üstünde iki oyuncu vardı. İlki müthiş hırsı iki yönlü etkili oyunu ve skora yaptığı katkıyla Felipe Melo bir diğeri yılların tecrübesi ve yıllardır bir savunma oyuncusunda görmeyi özlediğimiz yetenekleriyle Tomas  Ujfalshi.

 Haftalar ilerledikçe takım kendini bulmaya başladı. Engin Baytar'la başlayan oyuncuların yükselişi Selçuk'la devam etti. Ve Galatasaray için dönüm noktası hiç süphesiz Arena da kaybedilen Gaziantep maçıydı. Servet'e çıkan saçma sapan kırımızı kart ve Gökhan Zan'ın herzamanki gibi  sakat olaması Galatasaray'da nihayet Semih Kaya'nın forma giymesini sağlıyordu. Ortasaha ikilisi ligin başından belli olan Galatasaray'ın defans kurgusu da nihayet yepyeni bir görünüme bürünüyordu. Sabri'nin sakatlanması sonucu asıl bölgesi olan sağ beke geçen Eboue yıllarca Arsenal'de oynamanın ne  demek olduğunu herkese gösterirken. Üç sezondur kaypları oynayan Hakan Balta da kendine geliyordu. Kayseri maçına ilk on birde başlayan Ayhan Akman da yanında koşan çalışkan orta saha oyuncuları olun ne kadar farklı olabileceğini gösterdi ve bu takım için hala bir şeyler yapabilecek bir alternatif oyuncuyum dedi. Onun varlığında ilk defa Selçuk İnan Galatasaray formasıyla hücuma böylesi katkı yapmış oldu.Beşiktaş deplasmanından alınan bir puan Muslara'nın taraftara hediyesiydi. Sivas spor maçında görülen kırmızı kartlar sonucu çok zor bir Gençlerbirliği deplasmanına çıkan Galatasaray'ı ipten alan Eboue Fenerbahçe karşısına 4-4-2 ile çıkan takımın da fitilini ateşliyordu. Yeni sistem ile Elamander de nihayet beklenen performansı, hatta beklenenin üstünde bir  performans yakalamıştı. Son iki sezona göre fiizk olarak biraz güçlenen Baros, Elamander'in bu çıkışında yaptığı topsuz koşularla önemli rol oynamıştı ki o da kendi adına sezonun ilk yarısını hiç fena bitirmedi. Peşi sıra gelen Trabzonspor, Orduspor ve Manisaspor galibiyetleri Galatasaray için sürpriz olmadı.

Galatasaray sezonun ilk yarısını Fenerbahçe'nin 2 puan önünde lider bitirirken ligin en çok  gol atıp en az gol yiyen takımı unvanını da taşıyor. her şeyden önemlisi Galatasaray Terim'in dediği gibi taraftarının gurur duyacağı bir takım halini aldı gün itibariyle 2011 in ilk yarısı boyunca süren kabus sona erdi. Artık rahat rahat uyuma zamanı.




2011-2012 İLK YARI DEĞERLENDİRMELERİ


İki haftalık yüz üstü yatma zorunluluğunun ardından, nihayet az da olsa oturabilmeye başladım. Sandalye üzerinde kısa süreli oturabildiğim şu dönemde, henüz final temposunun da başlamasına da bir kaç gün varken geride bıraktığımız on yedi "hafta"nın değerlendirmesini yapalım dedim. 3 temmuz sürecini ve getirdiklerini zaten sezon öncesinde, futbolsuz geçen uzun günlerde yazmıştık. O yüzden direkt olarak futbola ve futbolun getirdiklerine geçmek istiyorum. Önceliği, ligin ilk yarısını lider tamamlamasıyla hiç alakalı olmayarak, sırf kendi takımım olması hasebiyle Galatasaray'a veriyorum

Yorumlarınız benim için değerdir.

YORUMSUZ


KAMUOYUNA DUYURU

Kamuoyunda “Şike Soruşturması” olarak bilinen ve sadece futbol değil tüm spor dünyamızı yakından ilgilendiren sürecin yönetilmesine ve sonuç olarak TFF’nin almış olduğu kararlara ilişkin Galatasaray Spor Kulübü'nün duruşu ve benimsemiş olduğu ilkeleri, bu konuda oluşabilecek herhangi bir yanlış anlaşılmayı ve spekülasyonları önlemek amacıyla bir kez daha kamuoyu ve camiamızla paylaşmak gereği doğmuştur.

3 Temmuz'dan bu yana Türk futboluna hakim olan kargaşa içerisinde Türk sporunun en önemli ve köklü camiası olarak sürekli yapıcı, uluslararası kurallara uygunluğa, ahlaka, etik kurallar ve prensiplere davet edici anlayışımızı, gerek kamuoyu önünde gerekse kapalı toplantılarda ısrarla dile getirdik. Tabii bu arada hiçbir şahıs veya camiayı kırıcı, rencide edici, suçlayıcı bir söylemde bulunmamaya hassasiyet ve titizlik gösterdik. Kulübümüzün adı, tasvip edemeyeceğimiz şekilde suçlamalara, söylemlere karıştırılsa da Türk Spor Tarihi'nin en karanlık günlerinin yaşandığı bu donemde, sükûnetimizi korumasını bildik.

Yaratılan suni gündemler, tartışmalar, konuyu etik kurallardan, ilkesiz ve prensipsiz bir şekilde hâl ve üstünü örtme çabalarının karsısında, Türk futbolunun değerini, potansiyelini ve geleceğini gözeten adil ve yapıcı bir duruşla cevap vermeye çalıştık.

Sporun etik kurallar çerçevesinde, mert ve dürüst bir rekabet ortamında yapılmasını söylerken, kamuoyunun dikkatine sunulmaya başlayan ve artık gizliliği olmayan ve herkesçe aşikâr olan, hiçbir şekilde Türk insanımızın kabul edemeyeceği söylem ve yaklaşımların hakkında da yorum yapmadık.

Gerek Kulüpler Birliği toplantılarında gerekse TFF toplantılarında konunun insani boyut taşıyan ceza kanunu kısmında, cezaların uluslararası normlara inmesi için, "hiç kimsenin acısı, üzüntüsü bizi mutlu etmez" diyerek, kulübümüzün hiçbir üyesinin problemi yokken sonuna kadar destek verdik. Ama her seferinde ısrarla, sportif cezaların uluslararası normda olanlarının dokunulmasına müsaade etmeyeceğimizi de açıkça ifade ettik. Türk futbolunun ekonomik konularını adeta tehdit olarak ortaya koyanlara da çok net bir şekilde ahlak, prensip, ilke ve kuralların tartışılamayacağını defalarca teyit ettik.

Galatasaray, bütün bu süreçte, hiçbir tahrike kapılmadan, kimseyi hedef almadan kendisine, kültürüne yakışır bir duruş göstermeye özen göstermiştir. Galatasaray’ın bir hatasında, resmî internet sayfalarını "sonuna kadar takipçisiyiz" diye açanlara, her türlü tahrike rağmen cevap vermemeyi yeğlemiştir.

Türkiye Futbol Federasyonu'nu, sürekli olarak, Türk futbolunun önünü açacak, evrensel kuralları uygulayacak, Avrupa ve dünya futbolunda hak ettiği şekilde yer alacak kararları uygulaması için sürekli ikaz ettik. Ancak bugün görüyoruz ki, TFF, nedeni çok iyi anlaşılan ama dillendirilmeyen bir şekilde, yetkilerini kullanmaktan imtina ederek, kararı, daha önceden senaryosu hazırlanmış bir şekilde, genel kurula devretmektedir. Adeta genel kurulu, adaleti yerine getirmesi için, dünya hukuk tarihinde konuya taraf olanların oy kullandığı ilk jüri olacak şekilde bir role soyundurmuştur. TFF Yönetim Kurulu ve Başkanı, bu kararla, genel kurulu, uluslararası normlarda ve TFF'nin talimatnamesinde açıkça tarif edilen cezaları, içinde etik, ilke ve prensiplerin ve tabii en önemlisi, adalet duygusunu, bir kez de olsa yok sayarak, ileride hiçbir şekilde tamiri olmayacak bir şekilde, saygınlığının tartışılacağı bir karar ortamına sokmaktadır.

Türkiye Futbol Federasyonu özerktir. Genel Kurulu'nun seçtiği başkan ve yönetim kurulunun yetkileri ve sorumlulukları bellidir. Bu yetki ve sorumluluklar, başkasına devredilemez, sorgulanamaz. Kuralları esnetmek ve çarpıtmak, ciddi hiçbir kurumda olmayacağı gibi, futbol kurumunda da tartışılamaz. Yetkisini kullanmayıp genel kurulu göreve çağırmanın tarifi tek kelime ile yetersizliktir ve sebebi de kamuoyunca malumdur.

Hiçbir ceza, bir defaya mahsus olarak geri bırakılamaz, iptal edilemez. Böyle bir durumun tarifi, kurum veya kurumlara özel uygulamadan başka bir tarif olamaz. Yapılan hataların ceza ve müeyyideleri bellidir. Hem Türkiye’de, hem Avrupa'da, hem de dünyada bellidir. İkame müeyyide ve ceza yaratmaya çalışmak, kamuoyunun futbola bakış acısını ciddi anlamda bir kez daha sarsması bir yana, toplumun adalet duygusunu da rencide edecektir. Bu noktadan hareketle “geçici”, “bir defalık” uygulamalar yerine sürdürülebilir ve adil kararlar alınması zaruridir.

Avrupa futbolunun yöneteni bellidir. Kısa bir zaman önce ortada gizlilik kararı olmasına rağmen, sert bir müeyyide uygulamaktan imtina etmeyen UEFA’nın, korkarız ki, bu yeni yaklaşım ile Türk futboluna müeyyide uygulama riskiyle karşı karşıya kalınabilecektir. Bunun aksini iddia edenlerin de, bu kararlar alınırken, bağlı olduğumuz uluslararası organizasyonlarla tam bir uyum içinde hareket edildiği konusunda, ilerde değişebilecek sözlü açıklamalarla değil, mutlaka yazılı teminatlarla hareket etmesi zarureti vardır.

Galatasaray Spor Kulübü ve camiası olarak, bugüne kadar, kimsenin eleştiremeyeceği, akılcı, barışçı, Türk futbolunun bugününü değil; yarınlarını düşünen ikazlarımızın yeteri kadar net ve açık olduğunu düşünüyoruz. Ortaya konulan stratejinin Türk futboluna vereceği zararın sorumluluğu bugün de, yarın da ve tarih önünde bugünkü stratejileri yapanların, şu andan itibaren hukuksal olarak yapılması zorunlu, ancak yanlış olan Genel Kurul'da, umarız açık oylama ile Türk spor kamuoyunun gözleri önünde, bu doğrultuda oy verenlerin olacaktır.

Galatasaray Spor Kulübü, Türk sporunun ancak rekabetçi bir ortamda gelişebileceğini bilir ve bu ortamın varlığını destekler.
 
Ancak bu desteği verirken yukarıda dile getirdiğimiz tehlikeler ve ilkeler konusunda tavizsiz duruşunu sergilemeyi gerek camiasına gerek Türk Sporu'na karşı en temel sorumluluklarından biri olarak görür.

Saygılarımızla,

Galatasaray Spor Kulübü

21 Aralık 2011

NE HASTA BEKLER SABAHI...

Birkaç dikiş, birkaç saat müşahede ve akşam Orduspor maçını yüz üstü uzanmak zorunda olsam da evde izleme öngörüsüyle yattığım hastaneden; İki gün müşahade, yirmi dikiş ve tam bir ay oturmadan yüz üstü yatma talimatıyla ayılacağımı hiç düşünmemiştim.  Bırakın akşam sekizdeki maçı evde izlemeyi gece ona kadar ayaklarımı bile hissedemedim. Hastanedeki odamda internetin çekmemesi de eklenince bu sezon ilk Galatasaray maçımı kaçırmış oldum. Halbuki odamda internetin çektiğini söyleyen doktoruma inanmış maçı izlemek için tüm hazırlıklarımı yapmıştım.

İzlediğim özet görüntülerde aklımda kalan ve beni ziyadesiyle mutlu eden durum Baros'un formu. Galatasaray'ın çift santraforla oynamaya başlamasıyla formu günden güne yükselen Baros hep oyunun topsuz bölgelerinde etkili olmuş, çapraz koşularla Elmander'e boş alanlar yaratmış, hiç yapmadığı kadar pres yapmış rakibi bozmuş ama gol yollarında pek bir şanssız kalmıştı. Sadece özet görüntülerden izlediğim maç ta bir gol atıp bir attıran Çek yıldız, bir Elmander'e bir de Kazım'a alda ar dercesine iki de net pas göndermiş.

O zaman Milan Baros Milan Baros Oley Oley Oley

14 Aralık 2011

BİR AVUÇ ATEŞ ...........


Hagi'ye aşıktık biz. Biz  çocukken Galatasaray'ın bütün oyuncuları çok iyiydi ama hepimiz Hagi'ye hastaydık. Çünkü o bambaşkaydı ve malesef otuzbeş yaşındaydı. Bir gün Hagi'siz kalacak olmanın üzüntüsünü hafifletecek tek şey vardı. Veliahtı yetişmekteydi. Beklendiği üzere Hagi, UEFA Kupası'nın alındığı sezondan bir sene sonra  futbolu bırakmıştı. Beklenmeyen ise Emre'nin, "Okan abisiyle" birlikte İtalya'nın yolunu tutmasıydı.

Emre için çok erken Okan için ise çok geç gerçekleşmiş bir transferdi.Herşeyden öte Galatasaray yönetiminin çok büyük bir basiretsizliğiydi.



Emre İnter'e gittiğinde hiç kızmadım ben. Hatta gurur duydum.Ama çok üzüldüm. O zamanlar İnter'in Emre ve Okan için nekadar yanlış bir takım olduğunu kavrayamayacak durumdaydım. Benim için İnter Avrupa'nın en  büyük takımlarından briydi. Ronaldo bile oradaydı. Daha ne olsun?

Emre'nin İnter macrası bizim lise yıllarımıza tekabul eder. İnter'in nasıl bir cadı kazanı olduğunu yeni yeni farkettiğimiz yıllar. C. zanetti ile Recoaba arasında, Dalmatlı, Concecaolu saçmasapan birsürü ortasaha oyuncusunun farklı mevkilerde denendiği bir türlü iskelet kadro oluşturulamayan Milan'ın gölgesinde kalmaya mahküm bu takımda bir türlü sürekli yer yer bulamamış. Hector Couper'li İnter'de Hagi'nin veliahtı olmakatan çoktan çıkmış, ekmeğinin peşindeki işçi gibi, hangi pozisyona konsa oynamaya çalışmış bir türlü kendini kanıtlayamamıştı.

O yıllardan hafızam da kalan şeyler herkesle aynı. Lazio'ya attığı iki müthiş gol (bizi çok umutlandırmıştı.). Gazete küpüründe gördüğüm Stam'a vurmaya çalışırken yediği kırmızı kart, İnterin 0-2 yenik götrdüğü maçta 88 de oyundan alınması ve yerine giren Recobanın kalan dakikalarda 3 gol birden atması ve ihalenin Emre'ye kalması.



Emre'nin EPL macerası İnterden farksızdı. Ben yine de çok sevinmiştim. Çünkü New Castel'ın başında eski bir dost vardı. Daha önce Hakan Ünsal, Hakan Şükür ve Tugay Kerimoğlu'na İngiltere'nin kapılarını açan Sunes, Emre'yi Çok istemişti. Gel gör ki New Casle keşmekeşin göbeğiydi ve burada menejerler Arsenal, ManUTD da olduğu gibi yıllarca kalamıyordu. Emre yine pozisyonlar arasında harab oluurken; pepeşe oynadığı iki maçtan sonra beş hafta yatan bir müzmin sakata dönüşmüştü(Euro 2008 de sadece Portekiz maçında oynamış kalan maçları sakat olarak kenardan izlemişti). Pisikolojik sıkıntıları zaten blinen Emre, bir maç sonrası El Hadji Diouf tarafından ırkçılıkla suçlanmış, bir de ırkçı damgası yemişti.

Euro 2008in oynandığı dönemlerde. tüm Galatasaray'lıları derinden yaralayanbir haber Türk Spor Meda'sında yankılanıyordu. Milli Takm'ı ziyarete giden bir Galatasaray'lı Taraftarın saha kenarından sarfettiği sözler herşeyi açıkıyordu.

"Emre Fenerbahçe'ye gitmişssin Yazıkar olsun"


Emre Galataray'lıların evladıydı ve Fenerbahçe'ye gidemezdi. Adnan Polat'ın kendi adına söylediği söz aslında tüm Galatasaray taraftarı için geçeriydi. "Emre'ye kızma hakları vardı."

Çünkü daha br sezon önce, basın tirübününe kol gösterdii zaman, ona sahip çıkan Galatasaray taraaftarıydı.Çünkü Galatasaraytaraftarı ,sırf o kırmızı kart gördü, o oynayamayacak diye final sevincini buruk kutlamıştı. Hıncal Uluç'a onca küfürü Fenerbahçe Taraftarı etmemişti. Ne olursa olsun Sami Yen'de yeri ve 5 numaralı forması herzaman hazırdı. Ve her Galatasaray taraftarı onun bir gün mutlaka yeniden parçalıyı giyeceğine inanıyordu.

Ben Emre Fenerbahçe'ye gittiğinde de fazla kızmadım. Ben Fatih Akyel'e de hiç kızmamıştım zaten(ki Fatih Akyel, Fatih Altaylı'nın kaprisleri yüzünden geçmişti boğazın karşı kıyısına) . Ama çok üzüldüm.Emre'yi çubukluyla göreceğimi hiç tahmin etmemiştim. Ben yine yönetime kızdım. Ama bukez elinden kaçırdkıları zaman kızdığım kadar kızadım. Çünkü Emre pahalı bir oyuncuydu ve o günün şartlarında Emre'yi almaya Galatasaray'ın maddi gücü yetmemiş olabilirdi. Emre'nin de profosyonelliği gereği Fenerbahçe'yle anlaşması gayet normaldi.

Benim gibi Galatasaraylılar Emre'ye "Ben çocukluktan beri Fenerbahçe'liyim" dediğinde kızdılar. Hem de çok kızdılar. Çünkü aldatıldıklarını hissettiler. Hem gereksiz. Hem aptalca bir açıklamydı bu. Zira bizler Emre'nin, Avrupa yıllarında Türkiye ile ilgili verdiği demeçlere" Bir Galatasaray taraftarı olarak" diye başladığına defalarca şahit olmuştuk. Hatta bir arkadaşımın katıldığı bir panelde kendisine yöneltilen "Türkiye ligi'nin şampiyon kim olur?" sorusuna; "FB olmasın da kim olurasa olsun diyecek kadar Galatasaray'lıydı.

Emre'nin Fenerbahçe serüveni futbol ve sakatık performansı olarak bakıldığında eski yllarına nazaran iyi geçse de pisikolojisini iyice bozdu. Yaşı ve tecrübesi ile ligin abileri konumuna gelmiş ama bu abiliği tam algılayamamıştı. Halbu ki onun Ergün gibi Popescu, Taffarel gibi örenk abileri vardı. Hiç değilse Alex'e  öykünebilirdi. Ama o gün geçtikçe hırsla rakibine faul yapan, (ki normaldir) rakibinin yaptığı en ufak şarjdan sonra üstüne yürümeyi marifet sanan, herşey bir tarafa en ufak bir hatasında kendi takım aradaşına bağırmayı liderlik sanan ve kendi arkadaşıyla kavga etmekten çekinmeyen bir adam haline geldi. Andre Santos, ve Cristian bir tarafa, Yüzündeki amahçup ifadeyle kendisine " Ne yaptım Abi" diyen Gökhan gönüle karşı tavrı bir Galatasaray'lı olarak beni bile çieden çıkardı.

Emre bu olmamlıydı. Bu gün Bülen Timurlenk Abinin yazısında dediği gibi Emre aslında de olması beklenen kişi olamadığı  için bu oldu belki de.




2000-2001 sezonu penaltı atışlarıyla sonuçlanan enfes Türkiye kupası maçı (yer Kadıköy. Ozaman Tek maç usulü oynanıyor) Kankam ve Babası Ethem amca ikis de çok koyu fenerli. Bir posisyonda Jhonson Emre'ye arkadan bastı ve yirmi yaşındaki Emre bir anda arkasına dönüp kendisinin iki katı olan Jhonson'a öyle bir saldırdı ki. Ethem amca yıllar sonra Fenerbahçe formasıyala destekleyeceği  Emre'ye notunuşu sözlerle veriyordu.

"Bir avuç ateş O..... Ç......"




Emre hiç değiştiremedi kendini. Geliştiremedi de. Bu ülkenin hep en iyi oyuncularından oldu. Ama asla olması gereken kadar iyi olamadı. Hatta o yirmi yaşındaki Emre'yi de aşamadı hiç. Bir avuç ateş hiç sönmedi. harlandıkça harlandı yangın oldu. içindeki ateş büyüdü içine aldı Emre'yi


Emre'yi tanıyanlar özel ahayatında çok iyi biri olduğundan bahsederler hep inanırım. Ama adama şunu da sorarım. Özel hayatınızda Emre'yle kaçkez ters düştünüz? İnönü'de yükselen o kol Emre'nin özel hayatı değil miydi?  Yarın bir basın toplantısı düzenleyecek ve Aykut Hoca'sından özür dileyecek Emre. Zaten kendisi için bir haftadır dolaşan A. Madrid söylentileri var. Fenerbahçe Emre'nin boşluğunu kolay kolay dolduramaz. Ama Emre içindeki boşluğu nasıl dodrur bilmiyorm.Ve Özel hayatında çok iyi olduğu söylenen bu insan için aklıma  otuz yasında futbolu bırakma kararı alan Jesus Almeyda'nın şu sözleri geliyor.

"Biz futbolun sahte dünyasının içindeyiz. bu tamamen düzmece bir dünya. bize basit bir oyun oynamamız için milyonlarca dolar ödeniyor. ama biz sadece sistemin devam etmesi için kendini satan köleleriz. ben sadece futbolcu almeyda değilim. bir insanım, bir babayım ve bir çiftçiyim. işte bu benim. ve futbolun içinde kaldığım her gün gerçek almeyda’dan uzaklaşıp, kişiliğimi yitiriyorum"


 
Emre'nin Pisikolojisini değerlecek bilgiye sahip değilim. Bana da düşmez açıkçası. Ama bundan üçyıl önce Fenerbahçe'ye transfer olduğu dönemde Bülent Timurlenk'n Aceto blog da payaştığı yazıyı okumanızı tavsiye ederim.   http://acetobalsamico.blogspot.com/2008/09/90larn-sezercikiemre-belzolu.html

28 Ağustos 2011

FENERBAHÇE'NİN YAŞADIKLARI


Şike soruşturması başlayalı yaklaşık iki ay oldu. Federasyonun Fenerbahçe'yi Şampiyonlar Ligine gönderememe kararına kadar yaşanan gelişmeleri daha önce değerlendirmiştim. (kendi.çapımda) İsteyenler buraya tıklayarak tekrar görebilir. 

Her şeyden önce şunu söylemek isterim ki; İyi bir Galatasaray'lı olarak, Fenerbaçe camiasının yaşadıklarından rahatsızlık duymaktayım. Gelinen noktada, yaşanan bu belirsizliğe, girilen bu çıkmaza, her ne olursa olsun ne Fenerbahçe'li futbolcular, ne de Fenerbahçe taraftarları sebep olmuştur. Yaşananların müsebbipleri, (eğer şike ıspatlanırsa) bir gurup işgüzar Fenerbahçe yöneticisi, yönetime gelir gelmez bir bilinmezlik denizinin içine düşen ve kurtulmak için hep yılana sarılan Türkiye Futbol federasyonu ve En çok da daha çok ticari varlığını sürdürebilmek için Türk Telekomla girdiği yarışta Süper Lige değerinin çok üstünde yatırım yapan yayıncı kuruluştur. Evet bence olayların bu hale gelmesindeki en büyük pay Digitürk'ündür. 

Neden mi ?

Naklen yayın ihalesi yapıldıktan sonra, bütün sözüm ona futbol otoriteleri, "Vay efendim ligimizin marka değeri ne kadar yükseldi" "Yok efendim kulüplerin geliri arttı" "Artık ligin kalitesi de yükseklecek". "Almanya'yla aramızda bir fark kalmadı". "Şu ülkede şu kadar maç naklen yayınlanırken bizde şu kadar yayınlanacak" falan filan... Bir kaç aklı selim sahibi kişi dışında ( Örnek Mehmet Demirkol) kimse sormadı; Kardeşm bu lig bu kadar eder mi ?diye. Kimse çıkıp Fazla parayla marka değeri artmaz demedi. ligin kalitesi artarmış da çok kaliteli oyuncular gelirmiş. Öyle olmadığını da gördük. Yerli oyuncuların zaten hakkının çok üstünde olan fiyatları iki katına çıktı; Yerli kulüpler tok satıcı oldu. Anadolu kulüpleri zaten çok az olan PR çalışmalarını da bırakarak sırtlarını tamamen naklen yayın ihalesine yasladı. Büyük takımlar sportif başarısızlıklarını örtmek için şöhretli oyunculara milyonlarca avro akıttı.Ve biz bugüne kadar çok fark etmesek de Lig Tv Türk Futbolu'nun yeni patronu oldu.

  
Tekrar Fenerbahçe'ye dönelim. Şike davasında iki ezeli rakibi Beşiktaş ve Trabzonspor'un önünde başı çeken Fenerbahçe, UEFA dayatmalı Federasyon kararıyla yalnız kalmış gibi görünüyor. Bu noktadaki serzenişleri de sonuna kadar haklıdır. Bana kalırsa Fenerbahçe'nin şu anda yaşadığı sürünceme, özellikle Beşiktaş ve bir miktar da Trabzonspor için geçerli.

 Kupayı iade etmek bahanesi bana her ne kadar mantıklı gelmese de; Fenerbahçe'nin yerine Trabzonspor'un Şampiyonlar Ligi'nde yoluna devam etmesi Karadeniz ekibinin bu işten daha kolay yırtabileceği anlamına gelebilir. 

Fenerbahçe yönetiminin bu gün haklı olarak sorduğu  ( ki karar açıklandığı gün ben de bu buradan sormuştum yazmıştım isteyen yukarıdaki linkden görebilir) bir soru var. Şampiyonlar Ligine gitmiyorsam neden ligde varım? Ligde varsam neden şampiyonlar ligine gidemiyorum? Madem UEFA'nın sıfır tolerans ilkesi var, neden Trabzonspor ve Fenerbahçe Avrupada ?

 Önceki yazımda da söylediğim gibi yayıncı kuruluş Fenerbahçe'nin (büyük ihtimal BJK de) olmadığı bir ligi kaldıramaz. Ve bu konuda TFF'ye baskısı çok büyük. Savunma almadan bir karara varmak istemeyen federasyonun (savunmayı beklemesine saygı duyarım) hiç bir şey olmamış gibi ligi 9 eylülde başlatma kararı alması Türk Futbol'unun ateşe atıldığı andı. 

Biz on beş ağustosta federasyonun aldığı kararsızlık kararına ithafen: " Karar alamıyorsan bu ligi başlatma dediğimiz zaman bize kızan hatta "Koyduk mu?" diye mesajlar atan arkadaşlarımız, ne demek istediğimizi iyice anlamıştır sanırım.  Zira o günde belirttiğimiz gibi ligi 9 eylülde başlatmak iddianame açıklanması sonrası suçlu kulüplerin en iyi ihtimalle iki senesine mal olacaktı. Bunu görmek çok zor değildi ama o gün itibariyle daha ciddi sıkıntıları olan Fenerbahçe camiası bunu göremedi. Hatta Fenerbahçe yönetimi, kulübün resmi internet sitesinden federasyonun aldığı kararın arkasındayız diye bir açıklama yaptı.

Aldığı karardan ötürü, Uefa'nın en ufak dayatmasına diş geçiremeyen Federasyon'un yüzünden Fenerbahçe medya karşısına soruşturmanın tek suçlusu olarak kaldı. Gün itibariyle itibariyle şu açığa çıktı ki, eldeki belgeler vesilesiyle Federasyonun kanaati Fenerbahçe'nin suçlu olduğuydu.Talimatname gereği (her ne kadar savunma alınacak olsa da) Fenerbahçe'nin alt lige düşeceği aşikardı. Kısa sürede ya iddianame hazırlanacaktı ya da bu kulübün en az iki yılı gidecekti.

Biz buradan ne demiştik ? Lig başlamasın. Bir sene Avrupa'ya gidilmesin. İddianame sonrası yarı  sezon lig oynansın. sebepleri de şunlar şunlardır. Ama biz Galatsaray'lıydık  ve en iyi ihtimalle hasetimizden çatlıyorduk.
 
 Ali Koç'un (bana ve bir çoklarına göre fenerbahçe'nin yeni başkanıdır) bu gün yaptığı açıklmalar çok makul ve bizim başından beri söylediğimize yakın açıklamalardı. Zira yönetimde farkında ki Fenerbahçe'nin aklanma ihtimali %56 falan değil. belki suçu kabullenmiyor ama artık suçsuz olduklarını da iddia etme durumları da yok.

Gün itibariyle Fenerbahçe haklı olarak bir an önce alt lige inmek istiyor. Çünkü ligin başlamasına çok az kaldı ve iddianame sonrası muhtemel düşürme kararı iki seneye mal olacak. Federasyon resmi yazı istiyor. Çünkü Fenerbahçe aklanırsa sorumluluk kabul etmek istemiyor. Alternatif olarak şike itirafı gerkiyor ki bu imkansız gibi. Zira Fenerbahçe cephesinden gelecek bir itiraf Aziz Yıldırım'ın kalan ömrünü demir parmaklıklar ardında geçirmesi anlamına geliyor. 

Soruşturmanın başladığı günden bu güne kadar gelen süreci iyi yönetemeyen federasyonun (Belli ki lig zamanında başlayacak) şu saatten sonra yapması gereken Fenerbahçe'nin çağrısına kulak vermektir. Fenerbahçe nezlinde suçlu olduğuna kanaat ettiği diğer takımlar hakkında da talimatname doğrultusunda gereken kararlar verilmeli ve tedbirli olarak yeni sezonda uygulamaya koyulmalıdır. Bu büyük camiaları bu kadar sürüncemede bırakmaya kimsenin hakkı yoktur.

Velhasıl Fenerbahçe Mağdurdur. Fenerbahçeli futbolcuların  ve Aykut Kocaman'ın çıkıp diğer kulüplere laf etmelerini de yaşadıkları bu haksız tramva dolayısıyla es geçiyorum. Zira geçen sezon ikinci yarıda gerçekten çok iyi bir takımdılar. İşgüzar yöneticilerinin yaptıklarının (eğer şike varsa ) ve Futbol Federasyonu'nun basiretsizliğinin cezasını çekiyorlar.  

Bu ara da bu sıkıntılı süreöte fenerbahçe üç potansiyel başknını kaybetçmiştir. Aziz yıldırım, Nihat Özdemir ve Mehmet Ali Aydınlar. Bana kalırsa sürecin en büyük mağdurlarından biri M.A.A dır ve muhtemelen başkan olduğu güne lanet ediyordur. 



Yine bu süreçte Fenerbahçe yepyeni bir başkan kazanmıştır. Aziz Yıldırım'ın yanında görünmeye başladığı günden beri gerek soyadıyla gerek çıkışlarıyla, bir gün kulübün başına geçeceği çok belli olan Ali Koç şu dakikadan sonra Fenerbahçe'nin yeni başkanıdır. Hayırlı uğurlu olsun.

26 Ağustos 2011

ŞAMPİYONLAR LİGİ 2011 - 2012 GRUPLARI VE TRABZONSPOR





Group A
FC Bayern München (GER)
Villarreal CF (ESP)
Manchester City FC (ENG)
SSC Napoli (ITA)
Group B
FC Internazionale Milano (ITA)
PFC CSKA Moskva (RUS)
LOSC Lille Métropole (FRA)
Trabzonspor AŞ (TUR)
Group C
Manchester United FC (ENG)
SL Benfica (POR)
FC Basel 1893 (SUI)
FC Oţelul Galaţi (ROU)
Group D
Real Madrid CF (ESP)
Olympique Lyonnais (FRA)
AFC Ajax (NED)
GNK Dinamo Zagreb (CRO)
Group E
Chelsea FC (ENG)
Valencia CF (ESP)
Bayer 04 Leverkusen (GER)
KRC Genk (BEL)
Group F
Arsenal FC (ENG)
Olympique de Marseille (FRA)
Olympiacos FC (GRE)
Borussia Dortmund (GER)
Group G
FC Porto (POR)
FC Shakhtar Donetsk (UKR)
FC Zenit St Petersburg (RUS)
APOEL FC (CYP)
Group H
FC Barcelona (ESP)
AC Milan (ITA)
FC BATE Borisov (BLR)
FC Viktoria Plzeň (CZE)





Şampiyonlar Ligi'nde Trabzonspor



Trabzonspor Şampiyonlar ligine katılarak çok ciddi bir maddi gelir sağlayacak. Aynı zamanda, bir Şampiyonlar ligi takımı olarak, teklif götürdüğü oyuncular için öncelikli tercih sebebi olacaktır. Hal böyleyken kesinlikle akllı davranılmalı ve transferde Bursaspor'un geçen sene düştüğü hataya düşülmemelidir. Nokta transferler yapılmalı, bu para çarçur edilmemelidir.


Öncelikle şunu söylemeliyim ki Benfica ve Athletico Bilbao maçlarıda izlediğim Trabzonspor, Şampiyonlar Ligi'nde mücadele edebilecek düzeyde bir kadroya sahip değil. Benim izlenimim, Karadeniz ekibinin ciddi güç kaybettiği yönünde.Sezon başı olmasının ve ülke futbolun da yaşanan krizin bunda etkisi vardır tabi ama Trabzonspor'un kaybettiği birkaç oyuncunun yerini dolduramadığı aşikar.




Trabzonsporun bu Sezon Yaptığı transferlere Şöyle bir bakacak olursak:


Zokora tartışmasız çok kaliteli bir isim. Afrika'nın son dönemlerde en önemli ve en güçlü futbol ülkesi haline gelen Fildişi Adalarının, meşhur futbol akademisinden Avrupa Futbolu'na (Keita, Toure kardeşler, Drogba, Eboue, Kalou gibi ) sunulmuş en önemli orta saha oyuncularından biri. İzlediğimiz kadarıyla takıma uyum sorununu çoktan aşmış ve bana kalsa bu takımın kaptanı olabilecek tecrübede,çok ciddi bir kariyere sahip, karakterli hırslı bir oyuncu. Yalnız Zokoran'nın, selefi Selçuk İnandan farklı bir oyun tarzına sahip olduğunu göz önüne bulundurursak ( ki çok zor değil ) geçtiğimiz yıllarda Selçuk'un üçüncü bölgeye sağladığı katkı tamamen Colman'ın üstüne kalmış durumda. Colman şahsen beğendiğim bir oyuncu olmakla beraber bu yükü kaldırabileceğinden emin değilim.




İzlediğim maçlarda beğendiğim bir diğer oyuncu da Paulo Henrique. Güçlü fiziğe sahip, fuleli bir oyuncu. Maliyeti ve yaşı itibariyle başarılı bir transfer olarak değerlendiriyorum. Yalnız kesinlikle ne Jaja'nın ne de Umut'un posisyonuna uygun bir oyuncu. Zira Trabzonspor'un bu sezon transfer ettiği hiç bir oyuncunun bu iki oyuncudan boşalan noktalara transfer edilmediğini görüyorum. Daha çok Burak Yılmaz gibi savunma arkasın koşular yaparak gol bulacak bir oyuncu. Burak'dan daha teknik ve gol vuruşu daha iyi. Peki bu iki oyuncunun gol koşuları için boşlukları kim sağlayacak? Geçen sezonun en çok eleştirilen isimlerinden Umut'du. Geçen sezon Trabzon'u ipten alan hatta zirveye taşıyan zirveye taşıyan, Selçuk - Burak ortaklığı gollerde Umut'un yarattığı boşlukları gözardı etmemek lazım. Eğer Tabzonspor geçtiğimiz sezon ki o golleri bulmak istiyorsa, mutlaka bir hedef santrfor transferi yapmalıdır.




Ayrıca Trabzonspor Jaja'nın boşluğunu da dolduramadı.Adrian orta saha özellikleri olan bir oyuncu. Benfica maçında sol kanatta topla buluştugu anlarda gördük ki kanatta iş yapacak biri değil. Trabzonspor orta sahası için Şampiyonlar Ligi'ni kaldırabilecek fiziki güçte de değil. Süper ligde iş yapabilir o ayrı. Bilbao maçında gördük ki Alanzinho da Jaja'nın pozisyonu için hem güçsüz hem topu kullanmakta çok geç kalıyor. Daha önemli bir sıkıntıysa, Trabzon sporda hücum hattında topa basacak arkadaşlarına vakit kazandıracak adam eksiltecek tek oyuncunun dahi bulunmaması. Ne Henrique, ne Halil bu tarz oyuncular değil. Trabzonspor Jaja'yı çok arar.




Ve Trabzonspor'un en sıkıntılı bölge... Yani defans...




Takımın birkaç yıldır artan performansındaki en önemli kilit oyunculardan biri, Egemen Korkmaz da İstanbul'un yolunu tuttu. İlginç bir şekilde Karadeniz ekibi o mevkiye tek transfer dahi yapmadı. Şu anda stoper mevkinin banko iki ismi Giray ve Glowacki. Alternatifi ise Mustafa Yumlu. Bu üç oyuncunun da üst düzey oyuncular olduğunu düşünmüyorum (Giray ve Mustafa için en azından şimdilik). Trabzonspor'un en acil transfer gereken bölgesi burası bence. Sol tarafa alınan Çelutska içinse şimdilik bir yorum yapamayacağım. Yalnız orası da alternatifsiz. Tıpkı Serkan'ın sağ bekte alternatifsiz olması gibi.




Trabzonspor'un tartışmasız en güvenilir bölgesi kalesi. İki yıldır muhteşem bir çıkış yaşayan Onur Kıvrak ve şahsen kariyerini Onurdan önce ve Onurdan sonra diye ayırdığım Tolga Zengin. Yaşadığı değişimi hala mantık çerçevesinde izah edemesem de Tolga şu anda çok formda ve Onur'un işi hayli zor.










Şimdi en başta söylediğimize dönecek olursak Trabzonspor Şampiyonlar katılmakla çok büyük bir maddi gelir elde etti. Ve transfer döneminin bitmesine de biraz zaman var. İyi düşünüp doğru transferler yapılmalı.







Benim fikrim öncelikle ve mutlaka üst düzey bir stoper, daha sonra en az Zokora ayarında bir orta saha oyuncusu alınmalı.( Aslında Gaziantepli Murat Ceylan Trabzonspor'un orta sahasına çok iyi bir takviye olur ama UEFA da oynadı ve Gazi Antep Beşiktaş verdiği oyunculardan almaya alışitığı fiyatı çekerse yerli pasaportuyla birlikte Murat on milyondan aşağı alınamaz gibi.) Son olarak da eğer geçen sezonun taktiğiyle hücum etmek istiyorlarsa sırtı dönük oynayabilen bir forvete kesinlikle ihtiyaçları var.


Son olarak Trabzonspor'un da içinde bulunduğu C gurubuna bakalım


İlk olarak dördüncü torbadan çekilen bir takım için iyi sayılabilecek bir gurup. Ama biraz gerçekçi olmak lazım. Şu anki görüntüsüyle Trabzonspor'un bu gurupta veya herhangi bir diğer gurupta pek bir şansı yok. Zira Trabzonspor çok tecrübesiz. ŞL ve UEFA ön elemeleri de gösetrdi ki, Trabzonspor henüz Şampiyonlar liginde üst turları görecek güce sahip değil. Ama hep vurguladığımız bir şey var ki, Şu anda transfer için büyük bir maddi kaynağı var. Eğer bu gelir doğru kullanılırsa Trabzonspor Şampiyonlar liginde gurubundaki takımlar için ciddi bir rakip haline gelebilir ve doğru bir strateji ile özellikle Avni Akerde oynanan maçlardan çıkarılacak puanlar, Trabzonspor'u gurupta üçüncü yaparak UEFA yolunu yeniden açabilir. Bizde bu kez daha güçlü bir kadroyla İzleriz Trabzonspor'u UEFA Avrupa liginde. Bu da tarihinde ilk kez şampiyonlar Ligi'ne katılan Trabzonspor için iyi bir sonuç olur diye düşünüyorum.




Her şeyden önemlisi Trabzonspor hem uluslar arası platformda büyük bir tecrübe kazanır; Hem de ilerleyen yıllar için çok daha iddialı bir takım kurabilir



25 Ağustos 2011

UEFA-İN/TFF-AUT & DECODER-ON/PLAY-OFF



Tekrar ediyorum. Failleri hariç kimsenin, net bilgiye hakim olmadığı bir davayla ilgili yorum ve açıklama yapma gafletine düşmem. Ama günlerdir yaşanan kepazeliklere de bir kaç kelam etmezsem çatlarım.Bu yüzden yöneticilerini veya  deklarasyonlarını eleştireceğim kulüpleri şike ithamı altında bıraktığım düşünülmesin.



ALİ TOPU AT

Federasyon'un ligin beş ağustosta başlayacağını açıklaması üzerine"Bu ateş üfleyerek sönmez" açıklmasını yapan Galatasaraya ateş püsküren kulüpler birliği ve federasyon, tükürdüğünü yalayıp ligi dokuz eylüle ertelemiş ve on beş ağustosa kadar karar verileceğini belirtmişti. Nitekim bu süreçte savcılıktan, günün popüler tabiriyle yirmi altı klasör belge alınmış ve etik kurulu tarafından incelenmişti. On beş ağustos günü geldiğinde ise beklenen olmamış ve federasyon karar almama kararı almış; Topu, iddianameyi bekleyeceğiz diyerek  savcılığa, kendinden şüphesi olan Avrupa'ya gitmesin diyerek de UEFA ya atmıştı. İhraç edilip edilmemek Avrupa'ya gidecek takımların kendi problemi derken;  Borsanın kapanmasını beklediğimiz için açıklamayı 17:30 aldık diyebilecek kadar da utanmazlaşabilmişti.O gün, birçokları FB ve BJK yi korumak adına böyle bir uygulamaya gidildiği düşünse de, işin maddi boyutu en baştan beri hissediliyordu. Zira şike davasının en büyük mağduru (100 yıllık kulüp mağdurdur şuçu netleşse de )Fenerbaçe'nin yöneticileri tüm açıklamalarında TFF'nin kararını alırken işin ekonomik boyutunu da düşünmesi gerektiğini ısrarla belirtiyor. Daha doğrusu federasyonu işin maddi boyutuyla tehdit ediyordu. On beş ağustos günü karar alınamamasının sebebi, tarafların savunmasının alınamaması olduğu belirtilmişti. Haklı olabilirlerdi ama bu durumda futbol askıya alınmalıydı güçleri yetmedi.   

DECODER - ON /  PLAY - OFF

Günler geçtikçe, durumdan en büyük rahatsızlığı duyan taraf olan yayıncı kuruluş kendini iyice hissettirmeye başlamıştı. Zira naklen yayın ihalesinde Türk Telekomla girdiği yarış sonucu , Süper Lige dört yüz milyon dolar civarı bir yatırım yapmıştı.Ülkenin dört büyük takımından üçü bu dava kapsamında küme düşme riski altındaydı ve Digitürk bunu kaldıramazdı. Zaten geçtiğimiz sezon (ne kadar doğru bilmem ) zarar etmişlerdi ve bu sene batmanın eşiğine gelebilirdi. Bu yüzden lig bir an önce başlamalıydı ve sezon sonuna kadar herhangi bir radikal karar alınmamalıydı. Ayrıca yayıncı kuruluşun başka bir talebi daha vardı. Kaybettiği zararı karşılamak için yeni bir sistem önerdi.Aslında önerdiği sistemin hiçbir yeniliği yoktu. Zira gezegende, yalnızca futbolun fazla gelişmediği ülkelerde uygulanan ve lig usulünü diğer turnuvalardan ayıran en büyük fark olan maraton olma özelliğini ortadan kaldıran, play-off sistemi getirilmesi kararı alındı. Böylece sezon sonunda muhtemelen dört büyük takım, ligi ilk dörtte bitirecek ve bu dört takım birbirleriyle tekrar lig usulü karşılaşacaktı.  On iki maç daha oynanacaktı( Play-off sistemini eskileri ve artılarıyla, anketimizi de göz önünde bulundurarak daha sonra tekrar paylaşacağımız için şimdilik ayrıntıdan kaçıyorum.). Türk Futbolu'nun içinde bulunduğu maddi durumdan dolayı  GS ve TS hariçi diğer kulüpler olaya balıklama atladı. Çünkü FB bir çıkmazın içindeydi ve lige tutunmalıydı. BJK yıllardır yaptığı transfer hataları neticesinde büyük bir batağa saplanmıştı ve bu gelirin sekteye uğramasını kaldıramazdı. En acısı Anadolu kulüpleri öyle bir durumdaydı ki naklen yayın gelirleri hariç hiç bir kaynakları yoktu. Onlar için ne şampiyon olmak önemliydi ne şike. Şampiyonluk gibi bir iddiaları da yoktu zaten. Hem de hiç birinin.

 Ve bir gün TFF B"en yaptım oldu." dercesine Play-offun  uygulanacağını açıkladı.  

 Yıldırım Demirören'in yaptığı şu açıklama, yayıncı kuruluşun kulüpleri nasıl boyunduruk altına aldığının resmi kaydı gibidir.
"Olumsuz tarafları yaşanacaktır ama futbol ailesinin tek amacı vardır; yere düşmüş futbolumuzu ayağa kaldırmak. Bu her futbolseverin birinci vazifesidir. Maç fazlalığı, derbi maçların fazla oynanması, bu canlılığı tekrar geri getirecektir. Kişiler geçicidir, kulüpler kalıcıdır, herkesin decoder alarak kulüplerine sahip çıkması gerektiğine inanıyoruz''

Play-off hamlesi öyle bir hamleydi ki. Şike davası bir anda unutulmuştu.

ATEŞ ÜFLEYEREK SÖNMEDİ

23 Ağustos günü UEFA tarafından Türkiye'ye gelen gözlemciler hem M.A.A ile hem davayı yürüten savcılarla görüştüler. Savcılıktan gelen açıklama, gizlilik dolayısıyla belgelerin gösterilmediği doğrultusundaydı. Rivayet o ki  UEFA gözlemcileri de, kesin bir delilin olmadığını belirtmişlerdi. Ne olduysa bir gün sonra TFF, ani bir kararla  Fenerbahçe'nin Şampiyonlar ligine katılamayacağını belirtti. Bu durumda, ŞL ön eleme turunda elenmiş, başkanlığını şike soruşturmasında tutuksuz yargılanan, yurt dışı yasağı olan ve tedbirsiz olarak PFDK ya sevk edilmiş Sadri Şener'in yaptığı Trabzonspor gidecekti.Davanın bir diğer sanığı olan Beşiktaş da UEFA daki yoluna devam edecekti. 

Trabzonspor'un ilk defa ŞL de mücadele edecek olması (her şeye rağmen çok ironik)  kulübe olan sempatimden dolayı beni mutlu etse de; Federasyon'un basiretsizliği yüzünden, UEFA'nın Türkiye'ye yaptığı bu baskının sonuç vermesi onuruma dokunmakta.Yani önümüzde Milan ve Porto örnekleri varken bu iki kulüp kanıtlanmış şike davalarına rağmen ŞL de oynayabiliyorken, FB'nin ihraç edilmesinde TFF nin basiretsizliğini bana kim anlatabilir. (Özellikle düne kadar federasyonu deli gibi savunanlar).

Şimdi kafama takılan bir kaç soru var.  Eğer ŞLye gitmek Trabzon'un hakkıysa, Fenerbahçe'nin Süper Ligde ne işi var? Yok eğer FB temizse federasyon ne işe yarar? Siz kimi kandırıyorsunuz?
Fenerbahce'nin Tahkime, CAS'a gitme hakkı var. Olmayan hukuk bilgimle soruyorum gizlilik ilkesi varsa belgeleri göremeden FB kendini nasıl savunacak ? FB haklı bulunursa TS ne olacak? Varsayalım ki FB aklandı ki mümkündür. O zaman ne olacak? Alacağı tazminat kaybettiği itibarı geri kazandıracak mı? Peki federasyon kime hesap verecek? 

       
Sonuç ? Galatasaray ve Fenerbahçe Avrupada yok.

Süpriz mi? değil.

Şike var mı? Büyük ihtimalle 

Fenerbahçe tek mi? Değil

Üflediler söndü mü? Hayır

En ne duruyoruz ? SPORTOTO SÜPER LİG HİÇ BİTMESİN. 

HE BİDE PLAY-OFF VAR. BELKİ SENEYE KALKAR 


23 Ağustos 2011

Ya Türk Futbolu?

Soruşturmanın başladığı günden bu yana birçok şey yazıldı çizildi. Gazetelerin, televizyonların, sosyal medyanın gündemini oluşturdu. Süreç boyunca spor medyası, savcılar, polisler, kulüpler, kulüp yöneticileri, yayıncı kuruluş ve futbol federasyonu maalesef sınıfta kaldı. Sorumluluk sahibi bu kişi ve kurumlar, bilerek veya bilmeyerek toplumun kutuplaşmasının baş aktörleri oldu. Bu kişi ve kurumların süreç boyunca nasıl bir sınav verdiklerine şöyle bir göz atalım.


Türkiye Futbol Federasyonu: Göreve gelir gelmez ateşten topu kucağında buldu, işleri şöyle zor, böyle zor zırvalarını geçelim. Kimse onları o koltuklara zorla oturtmadığı gibi kimseyi o koltuklara da bağlamadılar. Huzuru yakalamak için oturan olduysa, çok yanlış yere oturmuş. Federasyon başkanımız her açıklamanın ardından ''herkesi memnun edecek bir yol yok'' diye not düşüyor. Senin görevin herkesi memnun etmek değil zaten. Senin görevin Türkiye'de futbolu denetlemek ve düzenlemek. Her açıklamanın ardından birilerini memnun etmekten bahsettiğinde, fena halde kıllanıyorum. Her açıklamanın ardından yeterince soru işareti kalmıyormuş gibi bir de bu ekleniyor. Benim açıklamadan anladığım belli bir konu hakkında kamuoyunu aydınlatmadır. Kusura bakmayın ama yaptığınız her açıklama, akıllarda ki soru işaretlerine yenisini eklemekten öteye gitmedi. Kulüplerin, yayıncı kuruluşun ve medyanın baskısına boyun eğdiğiniz için süreç içinden çıkılmaz bir hal aldı. Hatalarınızı hatayla kapatmaya çalıştınız. Dolayısıyla bir süre sonra ipin ucu kaçtı. Bundan sonra kimse yakalayamaz. Tahminim o ki Uefa o ipi yakalayacak. Ve Türk futbolunu o ipte sallandıracak. Umuyorum böyle bir durumla karşılaşmayız.Ama ''Bugünü tarihe not düşün Galatasaray bizi Uefa ya şikayet etti. Bundan sonra olacaklardan Galatasaray sorumludur.'' açıklamandan da sürecin bu yönde ilerleyeceği anlaşılabilir. Nitekim bugün, Uefa başmüfettişinin Türkiye'ye gelmesi ve savcılardan bilgi alması hayra alamet değil. Müfettişten bir saat önce apar topar adliyeye gidip, savcılarla görüşmenizde epey tuhaf oldu. Sonuç olarak, sürecin en başarısız ismi oldunuz.


Yayıncı kuruluş: Futbolumuza büyük yatırım yapan bu kuruluş, soruşturmanın başlamasıyla paniğe kapıldı. Dekoder satışının düşmesi, iade edilen dekoderlerin hayli fazla olmasıyla da ne yapacağını şaşırdı. Federasyona ciddi baskı uyguladı. Yaptığı yatırımın karşılığını almak için her yolu denedi; deniyor da. Son olarak da süper ligin playoff'lu olmasını önerdi. Bu soruşturmadan bir an önce paçayı sıyırmanın hesabını yapan federasyonumuzda öneriye balıklama atladı. Playoff sistemine karşı olmamı bir tarafa bırakırsak; bu önerinin tartışılmadan olgunlaştırılmadan kabul edilmesi başlı başına büyük bir yanlıştır. Türk futbolunun verdiği bu önemli sınavda, serinkanlı olması gerekenler maalesef en telaşlı isimler oldular. Panik havası hata üstüne hata yapmalarına neden oldu. Yayıncı kuruluş da bu süreçte en çok tepki toplayanlardan oldu ve onlarda sınıfı geçemedi.


Kulüp yöneticileri: Tek tek ele almak istemiyorum. Çünkü, genel olarak Türk futbolu hiçbirinin umrumda değil demek, hiç de yanlış olmaz. Türkiye'de kulüp yöneticileri futboldan anlayan, profesyonel isimlerden oluşmaz. Avrupada kulüp satın alan iş adamlarından pek farkları yoktur. Kulüp başkanlarının tamamına yakını iş adamlarından oluşur. Bundan yana bir sıkıntı yok. Sıkıntı bu sevgili iş adamlarımızın futbolu profesyonel isimlere bırakmamasından doğar. Futbola finansal anlamda kar-zarar açısından baktıkları için Türk futbolu bir adım ileri gidemedi. Bu zihniyetle gidemezde zaten. Amaçsız anadolu kulüplerinin değerli başkanları da üç kuruş para kazanmak için playoff'lu lig önerisine atladılar. Tıpkı üç kuruş kaybetmemek için şike soruşturmasında büyük kulüplerimizin cezalandırılmasına şiddetle karşı çıktıkları gibi. Tamam siz üç kuruş para kazanacaksınız da ya Türk futbolu? Marka değeri? Bu ülkede lige daha iyi hazırlanabilmek için Avrupa kupalarına gitmeyen zavallı kulüplerimiz var. Neden? Çünkü ne kadar üst sıralarda bitirirlerse o kadar para kazanacaklar. Ya Türk futbolu? Taraftarların gönül verdiği renkler? cevabınız yok değil mi? ne acı. Siz daha sınava girmeden başarısız olanlarsınız. Üzgünüm yine sınıfta kaldınız.


Medya: İşin medya yönü; trajik olduğu kadar eğlenceli de. Ne zaman köyümün kahvehane sohbetlerini özlesem; hemen bir tartışma programını açıyorum. Konuşanlar sorumluluk sahibi bilinçli futbol adamları değil de, sanki köyümün kahvehanesinde ki Mehmet amca Ahmet amca. Öyle sıcak, öyle içten, bir o kadar da seviyesiz. Akla gelen dile geliveriyor hemen.(aklı başında çok değerli isimlerin yaptığı programlar da var elbette, aynı zamanda çok değerli spor yazarları da var onları tenzih ederim) Toplumun kutuplaşmasına, nefretin körüklenmesine ciddi katkıları oldu. Kimi bir yerlere yaranmaya çalıştı, kimi reyting peşinde koştu, kimi daha fazla para kazanmaya çalıştı. Ya Türk futbolu? Medyada sınıfta kalanlar arasında yerini aldı.


Savcılar: Soruşturmayı yöneten savcılar yayın yasağını daha önce getirmiş olsalardı keşke. Bilgi kirliliğinin önüne bir nebze geçilebilirdi böylece. İddianamenin hazırlanıp, soruşturmanın gizliliği kalkmadan ne söylesem yanlış olur. İddianame hazırlandıktan sonra bu başlığa dönmek daha doğru olur diye düşünüyorum. Sınıfı geçip geçemedikleri, iddianamenin ardından netleşecek.


Taraftar: Bu soruşturmanın mağduru olmuştur. Kopan fırtınada gönül verdiği renkleri korumaya çalışmıştır. Elbette onlarında hataları olmuştur. Ama onları bu hatalara itenler; yukarıda saydığımız kişiler ve kurumlardır. Kendi çıkarlarının peşine düşen o kitle, günü geldiğinde kalpleri futbol için çarpan; biz taraftarlara hesap verecektir. Çıkarlarınıza, küçük hesaplarınıza bizleri alet etmekten vazgeçin ve bir an önce Türk futbolunu soktuğunuz bu bataklıktan çıkarın. Nasıl yapacağınızı bilmiyorsanız istifa edebilirsiniz. İstifanın da bir erdem olduğunu lütfen unutmayınız.



Futbolun emekçileri olan bizler, soruyoruz: Ya Türk futbolu?

İZ BIRAKANLAR ... ŞOTA ARVELADZE



Doksanların ilk yarısı biterken, Türk futbolu yıllardır beklenen kıpırdamayı yaşamaya başlamıştır. Türk Milli Takımı yeni bir jenerasyon yakalamıştır. Fatih Terim'in bu yeni takımının iskeletini Trabzonsporlu oyuncular oluşturmaktadır. Yurt Dışında Türk Rüzgarı hafif hafif komşuları serinletmeye başladığında;  Şenol Güneş liderliğinde, Karadenizden gelen fırtına yurdu etkisi altına almıştır çoktan. Yıllardır şampiyonluk hasreti çeken Trabzonspor, bu kez başarılı olacak güce sahiptir. Ünal Karaman kaptanlığında, Ogün Temizkanoğlu, Tolunay Kafkas, Abdullah Ercan, Osman Özköylü, Cengiz Atilla gibi milli takımın yıldızlarını barındıran kadroda, yurt dışından transfer edilen, Karadeniz'li olduğu her hallerinden belli, uzun burunlu iki kardeş dikkat çekmektedir. Arçil ve Şota Arveladze... Sadece dış görünümleriyle değil, Karedeniz şivesiyle konuştukları müthiş Türkçeleri, kıvrak Karadeniz zekaları ve takıma çok kolay sağladıkları uyumla, sanki alt yapıdan gelen iki laz çocuğudur onlar.


Rivayet odur ki Erman Toroğlu, yönettiği bir Dinamo Tiflis maçından sonra Trabzonspor'a önerir Şota'yı. Yine rivayet edilir ki, Şota Trabzonspor'un kendisine yaptığı teklife "Eğer kardeşim gelmezse gelmem" diye cevap verir.Nihayet 93yılında bu iki Gürcü genç kendilerini kiralık olarak Karadeniz'in başka bir kıyısında bulurlar. yarım sezonluk bir ayrılıktan sonra 94-95 sezonunda bukez bonservisleriyle  Trabzonspor'un oyuncusu olurlar.

Karadeniz kadar sert, Karadeniz kadar  hırçın  bu şehrin takımı da Karadeniz gibi zorludur .İşte bu Arçil ve Şota kardeşleri birbirinden ayıran tek noktadır.

Çünkü, İnzaghi kardeşlerden Filippo, Cannavaro kardeşlerden Fabio ve Ferdinand Kardeşlerden Rio futbol için ne ifade ediyorsa; Arveladze kardeşlerden Şota da onu ifade eder.



Şota, azımsanmayacak sürati,  kıvrak zekası , yüksek tekniği ve muhteşem gol vuruşlarıyla kısa sürede, Türk Futbolu'nun gelmiş geçmiş en klas forvet oyuncularından biri haline gelir.

94 - 95 sezonunu Şota ve Trabzonspor'un gücünü iyice hissettirdiği bir sezondur. Trabzonspor ligi Beşiktaş'ın üç puan arkasında ikinci bitirirken, Türkiye Kupasını da evine götürmüştür. Şota sezonun ikinci yarısında  oynadığı 17 maçta 12 gol atarak, hem ligdeki başarıda, hem kupada büyük pay sahibi olmuştur.





Ama herkes bilir ki Türkiye'de Şota efsanesi, Trabzonspor için çok dramatik olan  95 - 96 sezonunda yaşanmıştır. Trabzonspor modern zamanlarda hiç bu kadar güçlü olmamıştır. Tarihinde ilk defa Avrupa Kupası Finallerine Katılacak Milli Takımı, Trabzonspor'lu oyuncular sırtlamaktadır ve hepsi formunun zirvesindedir. Tamamına yakını yerli oyunculardan kurulu olan bu takım, ligin tartışmasız en iyi golcüsünün de sahibidir. Ligde, rakibi Fenerbahçe ile muhteşem bir rekabeti sürdüren Trabzonspor, Avrupada da o dönem Türk Futbolu adına hatırı sayılır işler yapmaktadır. Ligin büyük bir bölümünü lider götüren Trabzonspor 2-0 kaybettiği Beşiktaş maçıyla Fenerbahçeye kaptırdığı  koltuğu geri almayı bilir.




 Trabzonspor ligde fırtına gibi eserken, arşivciliğin çok zor olduğu, görüntülerin kolay kolay saklanamadığı o dönemlerde Hami ve Şota, Trabzonspor adına muhteşem gollerini hafızalarımıza kazımıştır.






95 - 96 sezonunda son beş haftaya gelindiğinde, kağıt üzerinde Trabzonspor'un tek ciddi rakibi Fenerbahçedir ve Bordo mavililer rakibinin dört puan önündedir. Yani Trabzonspor için şampiyonluk kaçınılmazdır. Hiç kimse ligde kalma mücadelesi veren Vanspor'un bu fırtınayı durdurabileceğine ihtimal vermektedir. Ama beklenmeyen olur. Vanspor'a üç puan bırakan Trabzonspor,  bir puan önünde olduğu Fenerbahçe'yi, Avni Akerde ağırlayacaktır. Maçın henüz ilk bölümlerinde Abdullah'ın golüyle 1-0 öne geçen Trabzonspor, Oğuz ve Aykutun gollerine engel olamazken, Türk Futbol Tarihi'nin en büyük efsanelerinden birinin doğuşuna da şahitlik edecektir. Rüştü Rençber... Trabzonspor, Hami, Abdullah, Ünal, Tolunay ve Şota'yla Fenerbahce kalesini topa tutacak, ama Rüştü'yü geçemeyecektir. Bordomavililer avuçlarının içindeki lig şampiyonluğunu Fenerbahçe'nin almasına engel olamayacaktır.

Türkiye Kupasını da Galatasaray'ın kazanmasıyla birlikte, en güçlü olduğu dönemde hiç bir kupa kazanamayan Trabzonspor yıllarca geri dönüşü olmayacak bir çöküşe ilk adımı atarken, ellerinde kalan tek şey Şota Arveladze'nin tek bir penaltı dahi atmadan 25 golle kazandığı gol krallığıdır.







Şota, golün her türlüsünü atabilen bir oyuncuydu. Çok özel bir yeteneğe sahipti. Benim jenerasyonum çocuklar ilk voleyi ilk röveşatayı Şotada gördü. Ve bizim kuşağımız futbol aşıklarının, mutlaka unutmadığı bir Şota golü vardır. Ve en az bir mahalle maçında, Şota olmuşlardır.



96-97 sezonunu da Trabzonsporda geçiren Şota artık kabuğuna sığamaz ve Avrupa'ya gitme talebini yönetime bildirir.Çünkü artık Türkiye ligi onun yeteneklerine dar geliyordur.. 97 - 98 sezonunun başında, dönemin Avrupa Devi Ajax'la anlaşarak Türkiyeden ayrılır. Kontratındaki beşyüzbin marklık serbest kalma bedeli, ederinin çok altında gitmesine sebep olur.Türkiyede oynadığı 96 maçta 61gol atan Şota. Ayırlıdktan sonra sırasıyla Ajaxda 96 maçta 55 gol, G.Rangersda 95 maçta 44 gol ve Az Alkmaarda 60 maçta 36 gol atmıştır. futbolculuk kariyerinin her dönemi başarılarla dolu olan gürcü forvet. Milli formayı giydiği 66 maçta da 21 gol kaydetmiştir. Son olarak transfer olduğu Levante'nin hazırlık kampında sakatlanan ve uzun süreli bu sakatlık dolayısıyla futbolu bırakma kararı alan Şota, 3 haziran 2008 de ülkesinde yaptığı jübile maçına Trabzonspor'lu eski takım arkadaşlarını çağırır ve futbola böyle veda eder.





Nere giderse gitsin, nerede olursa olsun, benim için Şota her zaman, vücuduna birkaç beden büyük gelen, Vestel reklamlı bordo mavi parçalı formasılya, o uzun burunlu, zayıf laz çocuğu olarak kalacaktır. 









Futbolu bıraktıktan sonra Alkmaarda kalıp Van Gaal'ın in yardımcılığını yapan Şota. yıllar sonra, eski takım arkadaşı Tolunay Kafkasdan boşalan Kayserispor Teknik Direktörlüğü koltuğuna oturacaktır. Türkiyeye dönüşüyle taraflı tarafsız herkesin mutlu olduğu Şota, Kayserisporda yaptıklarıyla ise futbol severlerin takdirini kazanmıştır.

Bana göre ilerleyen yıllarda Avrupa'nın önemli teknik adamlarından biri olacak olan Şota, Türkçesinden, şivesinden, espri anlayışından ve samimiyetinden hiç birşey kaybetmemiş. Basına yaptığı her açıklamasında kendisine olan sempatiyi ve sevgiyi biraz daha arttırmıştır.






ŞOTADAN İNCİLER




ben biliyorum ki ülkemizde youtube'dan transfer yapan kulüpler var. bu çok acı birşey. düşünün bir de youtube kapalı. kapalı olmasaydı kim bilir neler olacaktı? 




yarın ne olacağını bilemeyiz. insan neredeyse orada başarılı olmak ister. kendimi önce burada göstermek istiyorum. hangi kulübü istersin diye sorduğunda herkes bir takım söyler kafasına göre. real madrid, barcelona... ama ben barcelona'ya karşı oynamak istemem. onu biliyorum.





Lig tv muhabiri: (ligde onuncu hafta) genellikle ligde bu haftalarda 3 büyükler ilk 3 sırada olurdu. bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?


Şota Arveladze: benim zamanımda 4 büyük vardı, ne zaman 3 oldu?



Lig tv muhabiri: en çok beğendiğin gollerin hangisi?


Şota Arveladze: Oğlum ve kızım 





22 Ağustos 2011

İZ BIRAKANLAR ...




Kimler geldi kimler geçti Türk Futbol'undan. Yüzlerce yabancı oyuncu ter akıttı, krampon eskitti sahalarımızda. Kimi  adını unutulmazlar arasına yazdırdı. Büyük zaferlerin mimarı oldu. Kimi beklenenin çok altında kaldı. Futbol severler için hayal kırıklığı oldu. 

O artık  ancak bastonla oynar denilenlerin, kendi efsanesini tekrar yazışını da ; Dünya yıldızlarının, genç yaşta eriyişini de canlı canlı izledik bu sahalarda.

Kimi, takımının formasını yıllarca başarıyla terletmiş olmasına rağmen hatıralarımızda bir isimden ibaretken; Kimi kısa sürede zihinlerimize kazıyıp kendini, çekti gitti.

Bu dizide sadece en büyük yıldızlardan değil, damağımızda kendine has o tadı bırakan, zaman zaman da o tadı hissettiren yıldızlardan ve onların benim damağımda bıraktığı tatlardan bahsetmek istiyorum...

Damak tadıma hoş geldiniz. 

Bu arada dizinin ilk yıldızı Şota Arveladze.

21 Ağustos 2011

Galatasaray Duruşu ve Karakteri






Galatasaray Duruşu ve Karakteri

Türk futbolunun tarihi bir sınav verdiği bu günlerde, tartışmayı Galatasaray düzlemine çekmek isteyen, gözleri Galatasaray nefretiyle perdelenmiş bir gurup Fenerbahçe taraftarına ve yandaş medyaya atfen yazılmıştır.

Galatasaray'ın 11 Temmuz tarihli açıklamasından önce; federasyon, liglerin planlanan tarihte yani 5 Ağustos günü başlayacağını, süper kupa finalinin de yine daha önce belirlenen tarih olan 31 Temmuz'da oynanacağını duyurmuştu. Bu açıklamanın ardından Galatasaray kulübü, elini taşın altına koymuş ve yerinde bir açıklama ile endişelerini dile getirmişti. Sürecin sağlıklı işleyebilmesi için önlem alınmasını istemişti. Alınmasını istedikleri önlem; hiçbir zaman Fenerbahçe'nin küme düşürülmesi olmamıştır. 11 Temmuz tarihli açıklamada alınması beklenen önlemler; federasyon için liglerin ertelenmesi, savcılık içinse belge ve delillerin federasyon ile paylaşılması idi. Ne eksik ne fazla, o aşamada alınması istenen kararlar bunlardı. Bir kısım Fenerbahçe yanlısı medya ve Fenerbahçe taraftarı, bu açıklamayı Galatasaray camiası "Fenerbahçe'nin küme düşürülmesini istiyor" şeklinde lanse etti. Bu açıklamadan o kanıya nasıl varıldı inanılır şey değil. İnanın defalarca okudum, empati yaptım öyle bir kanıya varamadım. Hal böyle olunca, açıklamayı bu şekilde yorumlayanların "bokunda boncuk aradığı" kanaatine vardım. Liglerin ertelenmesi talebine bu denli tepki gösterenleri anlamak için aklınızdan feragat etmeniz gerekir. Ligler o günkü koşullarda başlamış olsaydı, ölümlere varan taraftar olayları yaşanacak, futbol konuşulmayacak, takımlar maçlara konsantre olamayacaktı. Futbolcular acaba sıra bende mi? Beni de gözaltına alacaklar mı? düşüncesi ile çıkacaklardı antrenman ve maçlara.


Galatasaray'ın bu talebine karşı çıkanlar neyse ki aldıkları kararların yanlış olduğunun bilincine vardılar ve ligleri ileri bir tarihe ertelediler. Aynı şekilde savcılıkta tıpkı Galatasaray'ın açıklamasında önerdiği gibi, belgeleri federasyon etik kuruluyla paylaşma kararı aldı.


Bu noktada bir parantez açalım ve olayın Uefa boyutuna bakalım: O dönemde savcılık delilleri federasyon ile paylaşmadığı için federasyon kulüplere herhangi bir yaptırım uygulayamazdı. Uefa'da bunun bilincinde olduğu için yapılan toplantının ardından "federasyonun arkasındayız" açıklamasını yaptı. Aynı şekilde Galatasaray'da açıklamasında kulüplere cezai yaptırım yönünde bir talepten bahsetmemişti zaten. Son dönem yaşananlara açıklık getirdikten sonra olayın Uefa boyutuna tekrar döneceğiz.


Galatasaray'ın 19 Ağustos tarihli açıklamasına, öncesinde ve sonrasında yaşananlara şöyle bir bakalım. O açıklamanın öncesinde federasyon etik kurul raporu doğrultusunda aldığı kararları açıklamıştı. Kuşkusuz açıklamanın en dikkat çekici noktası; Aydınlar'ın etik kurul raporundan okuduğu kısa bir pasajdı. Kararları açıklamaya gelirken aklında etik kurul raporundan pasaj okumak gibi bir düşünce yoktu. Nitekim açıklama boyunca da etik kurul raporundan herhangi bir pasaj okumadı. Bir soru üzerine sinirlenmiş ve etik kurul raporundan okumaması gereken bir bölümü okumuştu. Farkettiğinde çok geçti. O an elinden gelen tek şey okumaması gereken o bölümü kısık sesle mırıldanarak okumak oldu. Hemen o pasajı kelimesi kelimesine bir hatırlayalım:


''Kurulumuz dosya içeriği ile sınırlı olarak yaptığı inceleme ve değerlendirmeler sonucunda kanaat oluşturmaya yetecek düzeyde kanıt bulunan, bazı müsabakalardaki eylemlerin; ilgili kişiler ve kişilerin eylem ve davranışlarının kulüpleri izafesi mümkün olduğu durumlarda spor kulüpleri bakımından şike, şikeye teşebbüs, teşvik primi veya teşvik primine teşebbüs oluştuğu kanaatine ulaşmış, bazı müsabakalar bakımından ya da olaylarda adı geçen kişiler açısından ise kanaat oluşturmaya yetecek kanıt bulunmadığı şeklinde görüş bildirmiştir.''


Etik kurul raporundan okuduğu bu pasajda açıkça belirtildiği üzere; inceleme konusu olan bazı maçlarda şike yapıldığı kanaatine varılmış, yine inceleme konusu olan bazı maçlar içinse; şike yapıldığına dair kanaat oluşturmaya yetecek delil bulunamamıştır. Diye görüş bildirmiştir. Hepimizin anlayabileceği şekliyle, etik kurul, şike kanaatine net biçimde vardığını belirtiyor raporunda. Saldırdığınız, Fenerbahçe'yi bitirmeye çalışıyor diye isyan ettiğiniz medya bu noktayı hasır altı ediyor ve bir kaç köşe yazarı dışında kimse değinmiyor. Birilerine bu bölümün hasır altı edilmesi talimatının geldiği açıktır.


Böyle bir ortamda, Galatasaray bir kez daha taşın altına elini sokmuş ve haklı endişelerini dile getirmiştir. Maalesef, art niyetli medya ve Fenerbahçe taraftarı tarafından bu açıklama ''Galatasaray camiası Fenerbahçe'nin küme düşürülmesini istiyor'' şeklinde yorumlandı. Ve Galatasaray camiasının altını çizdiği önemli noktalar görmezden gelindi. 19 Ağustos tarihli bu açıklamada dikkat çekilmek istenilen nokta; olayın Uefa boyutu. Savcılık delilleri etik kurul ile paylaşmış, delilleri inceleyen etik kurul şike yapıldığı kanaatine varmışken, bunu görmezden gelip üç maymunu oynamak türk futbolu açısından büyük risk oluşturmaktadır.


Nitekim 20 Ağustos tarihinde, yayıncı kuruluşun kulüp yetkilileri ve federasyon üyelerine verdiği iftar yemeğinde bulunan gazeteci İbrahim Seten ve Gökmen Özdemir'in aktardığına göre: Yemekte bu konu konuşulmuş, Galatasaray kulübü ikinci başkanı Adnan Öztürk federasyon başkanından ''Uefa yönünden sıkıntı olmayacağının garantisini istemiş'', başkan Aydınlar ise ''bu garantiyi veremeyeceğini söylemiş.'' İbrahim Seten'de bunun üzerine Şenes Erzik, Levent Bıçakçı ve Kemal Kapulluoğlu ile görüşmüş ve Uefa yönünden azımsanmayacak derecede risk olduğu cevabını almış. İbrahim Seten'in twitter sayfasından yazılanlara bir göz atmanızı öneririm. Aynı zamanda Fenerbahçe taraftarı olan İbrahim Seten'in söylediğine göre Galatasaray kulübü Fenerbahçe'nin küme düşürülmesine karşı olduğunu her platformda dile getirmektedir. Not olarak belirtmek istedim.


Yeni gelişmeler ışığında, olayın Uefa boyutuna yeniden bakacak olursak: Galatasaray ve Türk Milli takımı da ciddi risk altına girmiştir. Eğer Uefa, federasyonun son kararları hakkında inceleme başlatırsa, büyük ihtimalle federasyonun görev ve yetkilerini kötüye kullandığı kanaatine varacak ve milli takımlar dahil olmak üzere bizleri uluslararası müsabakalardan men edecek. Bu kanıya federasyon başkanı Aydınlar'ın yayıncı kuruluşun iftar yemeğinde sarf ettiği şu sözlerden varabiliriz: ''Bu günü tarihe not düşün Galatasaray türk futbolunu Uefa'ya şikayet etmiştir. Sonuçlarına hep birlikte katlanacağız.'' Şimdi soruyorum size yeterli delil yoksa, Uefa açısından sıkıntı olacağını federasyon başkanı nasıl söyleyebiliyor? Birkaç kulübü kurtarmak için Türk futbolunun riske atılması doğru mu? Galatasaray bu açıklamayı yaptı diye mi Uefa soruşturma başlatacak? Federasyon Uefa incelemesinden neden korkuyor? Federasyonun görevini kötüye kullandığı apaçık ortadadır.


Bu bilgilerle birlikte, tüm bu süreci tekrar değerlendirmenizi ve Galatasaray karakteri hakkında yorum yaparken de haddinizi aşmamanızı öneririm. Tüm bu süreç sonunda Fenerbahçe'nin şike yaptığı ispatlanırsa taraftar olarak sizler yine başınız dik olacaksınız. Sevginizden hiçbir şey eksilmeyeceği gibi daha bir tutkuyla bağlanacaksınız sarı lacivert renklere. Doğru olanda budur. Ancak, Fenerbahçe gibi köklü bir kulübü şike pisliğine bulaştıranları tarih affetmeyecektir.


Son not: Haksızlığa uğradığınızı düşünüyor olmanız; Galatasaray camiasına saldırma hakkı vermez sizlere. Nefreti körükleyerek camianızı korumaya çalışırsanız bedelini herkes öder. Ayrıca şikeyle ismi anılan tek kulüp Fenerbahçe değildir. Tüm bunları yazarken formanızı bir kenara bırakmanızı beklemiyorum. Aklınızı bir kenara bırakmayın kafi.