Evvel zaman içinde Dünya'nın bir yerinde bir oyun icad olunmuş. Gençler bir araya gelip iki takım oluşturur, meşinden yaptıkları topu ayaklarıyla karşı takımın koruduğu kaleye sokmaya çalışırlarmış. kalede bekleyen kaleci varmış sonra. kaleci topu elleriyle tutabilirmiş. Oyunu oynamak, biraz güç, biraz sürat, biraz zeka ve birazda yetenek istermiş. Zaten bu yüzden takım oyunu olarak bilinirmiş bu oyun. Çok su çekermiş o meşin yuvarlak. Yagmurlu günlerde yerden kalkamaz, vuranın ayağını ağrıtırmış sabaha kadar. O kadar zevkliymiş ki bu oyunu oynaması da izlemesi de. Namı çok kısa zaman içininde bütün Cihanı sarmış. Osmanlı Toprakları'na sirayet etmemesi imkansızmış artık. Önce yasaklamış Devlet-i Ali. "Türkler'in bu oyunu oynamaya" denmiş. Zira saray eşrafının kurduğu Beşiktaş Jimnastik Kulübü de, Padişahın "Futbol mudur nedir? Onu oynamasınlar da ne spor yaparsalar yapsınlar " izni üzerine kurulmuş. Bazı Türk gençleri gayrimüslim isimleri edinerek İstanbul ligindeki Rum ve Yahudi takımlarında forma giymişler. Nihayet 1905 yılında Mekteb-i Sultani öğrencilerinden Ali Sami Bey ve arkadaşları yabancıları yenecek bir futbol takımı kurmaya karar vermişler. Ve Türk Spor tarihinin ilk Futbol kulübü tarih sayfasında ki yerini almış. Sonra Fenerbahçe kurulmuş ve Beşiktaş'ın da futbol sahnesinde boy göstermesiyle beraber İstanbul için futbol bambaşka bir anlam ifade etmeye başlamış. Dünya'nın en güzel şehrinin kalbi, dünyanın en şahane sporuyla atar olmuş nihayet.
Kimler gelmiş kimler geçmiş. Papazın çayırında ne efsaneler yaşmış. Şeref Stadını yapma şerefi de Çanakkale' de şehit olma şerefi de futbolculara nasip olmuş. "Bu formayı bana taraftar giydirdi. Şimdi onlar isteyince de çıkarırım" diyebilen Baba hakkılar,Sinyor Can Bartular, Taçsız Kral Metin Oktayları görmüş Futbol severler. O zamanlar Fenerbahçe'li ve Galatasaray'lı futbolcular İstanbul'un karşı yakasında oynayacakları maçlar için birbirlerinin tesislerini kullanırlar; Derbilerden sonra birlikte yemek yerlermiş. Spor kalitemiz Dünya'nın çok gerisinde ise de Sportmenliğimiz dünyalara bedelmiş.O zaman futbolcular özel hayatında neyse sahada da oymuş. Menajerlerin cüzdanında yaşamazlarmış.
Gel zaman git zaman önce radyodan sonra Televizyondan yayınlanır olmuş maçlar. Rekabet büyümüş. Oyun iş oluvermiş birden. Hem de ne iş. Öyle bir para dönmeye başlamış ki meşin yuvarlağın etrafında, kulüpler kendilerini inanılmaz bir sanayinin içinde bulmuş. Toplar artık sentetikmiş. Dostluklar da öyle. Paranın miktarı artınca profesyonellik diye bir kelime eklenmiş futbolculuğun başına. Kavgalar baş göstermiş. Bu takımların futbolcuları, taraftarları,yöneticileri birbirlerinden nefret eder hale gelmişler. Federasyonlar güçlenmiş. Dünya küçülmüş. Futbol endüstrisi Dünya'ya hükmetmeye başlamış. Her ülke kendi ekonomisi ve kendi futbol endüstrisi doğrultusunda sistemde kendine yer bulmaya çalışmış. Nitekim adımını sağlam atanlar kendi yerlerini bulmakta zorlanmamış. Avrupa'nın güçlü ülkeleri. Dünya futbolunda baş köşeleri kapmışlar. Daha az gelişmiş ülkelerse güçlü ülkeleri kendilerine pazar bilmişler. Böylece hem iyi oyuncular yetiştirip belli oranda başarı yakalamışlar. Hem yetiştirdikleri oyuncuları satarak para kazanmış ve büyümüşler. Yetiştirip gönderdikleri oyuncuların zorlu liglerde girdikleri rekabet milli takımlara da yansımış normal olarak. Bu tip ülkeler büyük Dünya Kupalarının vazgeçilmezleri olurken bu ülkelerin kulüpleri de uluslar arası turnuvalarda belirli bir istikrar yakalamış ve kalıcı olmuşlar.
Bizim sorunumuz tam da burada başlamış aslında. Biz nerede duracağımızı bilememişiz. Futbol Dünyasının endüstriyel keşmekeşinde koordinatlarımızı belirleyememişiz bir türlü. Dibine kadar girmişiz bu sanayinin içine. Ama yanlış yerden girmişiz. Üretim departmanında yer alacağımıza, hep müşteri olmuşuz büyük mağazalara. Elimizde ki para da az olunca, az paralık mal alarak elimizdekini de çarçur etmişiz. Kısacası hep bir küçük Amerika'cılık ve sonu hep hüsran.
Bu gün Dünya futbolunda ligler üreten ligler ve satın alan ligler olarak ikiye ayrılıyor. Major ligler (İngiltere, İtalya, İspanya) ( kulüp olarak B.Munich ve PSG yi de ekleyebiliriz) kapital'i, Başta Brezilya olmak üzere Hollanda, Portekiz, Arjantin, Fransa ve Almanya gibi ligler ise üreticiyi temsil ediyor. Hatta bu büyük liglerdeki takımlar dahi kendi arasında üretici ve tüketici olarak ayrılmış durumda. Ulusal Takım başarılarına ve UEFA sıralamalarına da bakınca, futbol endüstrisinde yerini belirlemiş ülkelerin üst sıraların tamamını oluşturduğunu görüyoruz.
Bu günün Dünya'sında endüstriyel futbola karşı koymak imkansız. Aynı zamanda gereksiz de. Önemli olan bu endüstride yerini doğru seçebilmek. Bunun da ilk adımı pazar oluşturmak. Yanlış anlaşılmasın Drogbalar, Sneijderler, Anlekalar ligimize gelmesin demiyorum Elbette gelsinler bu tip transferlerin Avrupa'dan Türkiye'ye doğru dağa sağlıklı bir pazar oluüturacağını düşünüyorum. Ama transferde bu yıldızlar kadar hatta daha fazla olarak katma değeri olan futbolculara yönelmek gerektiğini düşünüyorum.Gitmemek üzere gelen oyuncudan ziyade, en az bir transferi olan oyunculara yönelmek. Ve en önemlisi yerli olsun yabancı olsun.değerini bulan oyuncuyu yurt dışına satabilmek.
Bu gün Türk Futbolcuları için açık görünen iki kapı var. Bunlardan biri Rusya diğeri ise İspanya. Bu iki kapının açık olmasının etkenleri bellidir. Nihat Kahveci'nin müthiş İspanya kariyeri ile Gökdeniz Karadeniz ve Fatih Tekke'nin Rusya'da yaptıklarıdır. (açtıkları kapıdan nice oyuncu kolaylıkla girdi) Tugay Kerimoğlu'nun EPL de açtığı kapı ise sonrasında gidenlerin erken dönüşü ile şimdilik kapanmış gibi görünüyor. İspanya'da Nihat'ın bayrağını şu anda Arda taşıyor ve o kapıdan çok kısa süre içerisinde en az bir Türk oyuncu daha girecek gibi duruyor. Futbolcularımız Avrupa'nun iyi liglerine Transfer oldukça hem altyapının değeri artacak hem diğer liglerdeki parlak gençler bir çıkış noktası olarak Türkiye'yi tercih edecektir.
Dediğimiz gibi artık bu sanayi çerisinde nerede olmamız gerektiğine karar vermek ve bulunduğumuz noktanın gerektirdiği gibi hareket etmemiz gerek.
Ünal Burak Şahin